KASTAMONU'NUN KAPI'SI AÇILIRKEN

 



Bazen çok övülen yere göğe sığdırılamayan bir yeri ziyaret edersiniz ve o denli övülen bu yerin sıradanlığına şaşar kalırsınız. Burayı görmek için harcadığınız zamana, paraya üzülür neden bu kadar şişirilmiş diye kendi kendinize sorarsınız.

Bu durumun diğer ucunda ise pek de iyi gözle bakılmayan, biraz hakir görülen kenara atılan yerler vardır. Önyargı ile bakılan bu yerler ise yanına gittiğinizde binbir renkte parlayan bir mücevhere dönüşür.

Gittiğinizde bu zamana kadar görmediğinize kendi  kendinize kızar, buraya dair önyargıyı besleyenlere şaşarsınız.

Doğduğum Kastamonu son yıllarda bu önyargıları büyük oranda  kırsa da Türkiye kolektif belleğinde biraz kenarda tutulan bir yer olarak kaldı.  Kastamonu sahip olduğu doğal ve tarihi varlıklara, gastronomik tadlara rağmen ortak imgelerde yukarıda tanımlanan ikinci kategoriye dahil oldu.

Ben bu konuda çuvaldızı kendime de batırmaktan çekinmem. Çalıştığım Türkiye’nin Bankası sloganıyla yola çıkan Banka Kastamonu’ya açtığı 2. Şubeyi sanki bu şehir dar bir merkezden ibaret gibi ilkinin karşısına açmıştı. Kısa sürede kapanmak zorunda kalan bu Şube; suiniyeti  daha sonra aşikar olan bir yöneticinin münferit hatası olmanın  ötesinde bu hatayı çekincesizce paylaşan ve onaylayan üst yönetimin de yukarıda ifade edilen kolektif algıya yenilgisiydi. Kastamonu tüm olumsuz kanaatları bir kenara bırakan kentleşmesini ODTÜ’nün bilimsel anlayışına emanet eden bir şehir olarak alternatif yerleşimini daha 1980’ler başlamadan Kuzey Kent adıyla planlamış 2. Kastamonu’yu tarihi kenti gölgelemeyecek şekilde oluşturmuştu. 2000’ler sonrası 2024’e kadar süren anlayışın inşaat algısı bu planlamayı kısmen bozsa da sağlam altyapı kentin eski şehrini korumasına  yardımcı olmuştur. Şube açılacaksa Kuzey Kente açılmalıydı.

Bu parantezi kapatalım ve  bugün bile bazı zihinlerde bu önyargının aşılamamış olduğunun altını çizelim. Cumhuriyet tarihi boyunca zihinlere kazınmış ön yargılar o kadar da kolay kırılmıyor.

Bu duruma yol açan nedenlerin tarihte saklı olduğunu düşünüyorum. 1461’de Osmanlı Birliğine katılan Kastamonu ; Anadolu’nun Türkleşme serüveninin ilk adımlarından birine öncülük etmiş; Osmanlı daha çekirdekken büyüyen bir meyva konumuna gelmiştir.

Kastamonu’daki Türk varlığı 1071’in neredeyse hemen ardından kendini gösterir ve Çoban Oğulları İsfendiyar Oğulları ve Candaroğulları devir daimiyle 1461’e   kadar özgün bir sülalenin gücü bu topraklarda var olur.

Fatih İstanbul’un fethinden 8 yıl sonra Pontus Devletini ortadan kaldırmak için Trabzon’a yol alırken arada  Kastamonu’yu da Osmanlı Birliğine katarken kan dökmez ama güç ve siyaset kullanır.

Candaroğullarının son hükümdarı İsmail Bey kendi oğlunun da babasına ihanetiyle gelişen bu sürecin sonunda kendini  Balkanlarda bugünün Plovdiv’i bizim bildiğimiz adıyla Filibe’sinde bulur. Kastamonu’da kendisi için yaptırdığı Türbe’de değil Türkleşmesine katkılar verdiği Filibe’de son uykusuna yatar. Balkanların Türk kimliğine katkısı büyüktür.

Kastamonu’nun merkezinde olduğu Candar ülkesinin yönetici aristokrasisinin yani Candaroğlu sülalesinin Osmanlı tarafından asimilasyonu uzun yıllar gerektirmiştir.  Osmanlı’nın her şeyden çok önemsediği merkezi otoritesine karşı herhangi bir olumsuz halin gelişmemesi için gösterilen çabanın yüzyıllar sürdüğü doktora tezleri ile de desteklenen tarihsel bir gerçekliktir.

Bugün Kastamonu’yu gezdiğinizde Osmanlı Öncesi Beylik dönemi mirasının azami 250 yıllık hikayesinden kalanlar Osmanlı’nın 450 yıllık uzun ve daha modern döneminden kalanları gölgede bırakacak kadar çok ve sağlamdır. Yerel feodalite merkezi imparatorluktan daha çok çalışmış ve eser bırakmıştır.

Kastamonu, Osmanlı döneminde önemsiz olmasa da tarihsel itibar grafiği 1461’de çıktığı zirveden iniş trendini 1923’e kadar sürdürmüş, makus talihin Cumhuriyetin kazanımlarının bütün ülkeye yansıyan ortak çıktılar içinde çok da yukarı dönmesi 1923’ten sonra da mümkün olmamıştır.

Karabük’ün , Ereğli’nin endüstrileşen odakları arasında Kastamonu istiridyenin içindeki inci olarak var olmaya devam etmiştir.

Bu kısa tarihsel anlatı bir üzüntü beyanı tabii ki değildir. Bu ortak hafızaya kazınmış bir konuda kişisel bir görüş beyanıdır.

Ortaokul ve Lise yıllarımı geçirdiğim Kastamonu memleketim olsa da onu tekrar keşfedişime vesile olanlar arasında  Murat Karasalihoğlu'nun yeri özeldir . Murat ile tanışıp onun Paflagondan Candara Kastamonu  Tarih kitabını bilgisayarın dip köşesinden çıkarıp kitapçı rafına koyuşumuzu Kastamonunun En Çalışkan Arkeologu yazısıyla hikaye etmiştim. Eş zamanlı kurulan Kastamonu Kent Müzesi de Murat'ın öncü aklıyla hayata geçerken onunla bu konuda fikir alışverişi yapmanın gururunu da yaşadım.

Murat’ın Kastamonu’nun  kuşuna, kurduna, ayısına, yemeğine , dağına, denizine, kalesine, kulesine, gizli kalmış geçidine, bir sonbahar manzarasına, bir kış bakışına, bir yaz dalgınlığına dair yazılarını da aynı zamanlarda okumuş onunla beraber bu şehrin her biri tarihsel değere sahip olan ilçeleri arasında yolculuk etmiştim.

Bu yazılar artık parlak kağıda basılmış resimlerin eşliğinde bir kitaba dönüşmüş durumda. Hüzünlü bir Kuğu şarkısı ile aramızdan ayrılan hiç tanışmadığımız Aslı’nın sevgili anne ve babasının katkıları ile gerçekleşen bu dönüşüm kişisel bir trajedinin acı yanlarını unutulmamanın haklı huzuru ile kaynaştırıyor.

Murat Kastamonu’dan aldığı enerjiyi Kastamonu’ya geri veriyor . Çoğaltıyor. Çokluyor. Murat’ın Kastamonu’nun incelikli detaylarını  kişisel bakışla anlattığı hikayeler bir gezi yazısının rutinini aşarak edebi bir metne evriliyor.

Kentin 5 bin yıllık kültürel 50 milyon yıllık fiziksel geçmişinden süzülen bilgi; duygunun, algının, bilincin süzgecinden geçiyor aynasında kırılıyor ve bir kitap formunda karşımıza çıkıyor.

Kastamonu’nun Karadeniz’in dalgaları ve Ilgaz’ın zirvesi arasında kapanmayan KAPI’sı meraklısına , merak edene sonsuzca açılıyor. Bu aralıktan başını uzatanlara selamla.

 

 






 

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

EPİLOG

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum