Türkiye’de Futbol Neden İtibar Kaybetti?


4buyuk 11ww

Çağatay Arslan- 16 Nisan 2025 Bir Cumartesi ya da Pazar akşamı yolunuz Almanya’da bir şehre düştüyse, kendinizi devasa bir yürüyüşün tam orta yerinde bulabilirsiniz.

 

Aslında bu bir protesto yürüyüşü değildir. Bu, binlerce taraftarın sanki tek bir bireymiş gibi hareket ederek stada yol alışlarıdır.

Benim şahit olduğum yürüyüş ya da teknik adıyla “FanMarsch” bir ikinci lig maçının öncesine denk gelmişti.

Alman futbolunda Münih’in gölgesinde kalan başkentin en dişli markası Hertha Berlin’in Karlsruhe ile oynayacağı maç öncesinde  sadece Berlinliler değil Karlsruheliler de yürüyüş halindeydi.

Berlin’e 600 km mesafede 300 bin nüfuslu Karlsruhe’den gelen taraftarlarla Hertha Berlinli taraftarlar kavgadan uzak sadece kendilerini takımlarına yakın hissetme duygusuyla koskoca caddeyi karşılıklı kaplamışlardı.

En küçük bir olumsuz taşkınlığa yer vermeyen yürüyüş iki grup taraftarın birbirine saygı gösterisi ve futbol aşkına takdirin vücut bulmuş hali gibiydi.

Alt tarafı bir 2.Lig maçı için toplanan ve organize olan bu kalabalığın tesadüfi olmadığını geçtiğimiz günlerde 3.lig ekibi Dinamo Dresden’in topladığı devasa kalabalıktan anlayabiliriz.

Aynı zamanda meslek büyüğüm ve komşum olan Tuğrul Akşar’ın futbol ve ekonomi üzerine yazılar kaleme almama dair isteği doğrultusunda yazıya dökmek istediğim ilk konu kuşkusuz Alman futbol taraftarlarının gıpta edilen takım ruhu ve bunun bizdeki eksikliği oldu.

Türkiye’yi en çok eğlendiren etkinlik olmasına karşın bırakın 3 ve 2. Ligleri Süperlig’de bile İstanbul’un büyüklerini ve Trabzon Spor’u saymazsak futbol taraftarlığı gözle görülmez. Bunlara İzmir’in ve Ankara’nın takımlarını, Eskişehir’i Bursa Sakarya ve Adana’yı ekleyebiliriz.

Ancak, önemli sayıda taraftarı olan takımlar bile kriz anlarında arkalarında seyirci bulamıyorlar.

Türkiye’de futbol seyircisinin toksik ve saldırgan,  başarıdan başka gözü bir şey görmeyen tüketiciye dönüştüğünü söylemek haksızlık olmaz.

Türk futbolunun oligarşik yapısı bir gerçeklik.  İstanbul’un 3 büyüğünün birbirinden başarı yönünden farklılaşsa da, iktisaden sürdürülemez hale gelme konusunda benzeşen halleri ise karamsarlığı artırıyor.

Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’un 600 sene boyunca kurduğu hegemonya varlığını futboldaki kadar başka hiçbir alanda sürdürmeyi başaramamıştır. Hatta Osmanlı’ya kıyamayan Türk tipi bakış, bu hegemonyayı ''İstanbul’un eski sahibi Bizans'' diyerek eleştirmektedir, çoğu defa.

Yine de gerçeklik değişmez.

Anadolu’da takımlar güdük , taraftarları ise hem kırılgan hem de cılızdır.

Aslında İstanbul ne kadar İstanbul’sa, İstanbul takımları da  o kadar İstanbul takımı. Köken olarak İstanbullu olanların şehirdeki payı ancak %10’u buluyor. İstanbul nüfusunun %90’ı Sivas’tan, Tokat’tan, Kastamonu’dan, Ordu’dan gelen milyonlardan müteşekkil. Hal böyle olunca, İstanbul’da Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı, Fenerbahçe’yi destekleyen milyonlar aslında ülkenin bütünü temsil ediyorlar.

Almanya ulusal birliğini 1871’de tamamladı. Bizim için bu tarihi 1461’e koymak yanlış değil. Neredeyse 600 yıldır bir merkezin etrafında toplanmışız. Almanya’da ise bu birlik kurulana kadar her bölgenin bir prensi ve sarayı vardı. Almanya’da yönetenler yönetilenlere karşı hep bir rekabetin içinde oldular. Bizde ise merkezin gücü hiçbir zaman sorgulanmadı.

Futbol taraftarlığında da taşı toprağı altın şehrin bunca öne çıkmasının bu tarihsel sosyoloji ile bağı olmadığını iddia etmek pek de akılcı olmaz. İnsanlar doğdukları değil, doydukları şehrin takımının renkleri ile kendilerini yakın hissetmişler.

Ayrıca,  bir dönem taraftarlıkla sınıflar arasında kurulan bağı da akılda tutmak gerekiyor. Aristokrat Galatasaray, Burjuva Fenerbahçe ve Proleter Beşiktaş. Belki, bu görünmez kodlar da bu üç takımın ülke genelindeki kabullenilmesinde rol oynamış olabilir.

Ekonominin belirleyiciliği ekseninde düşündüğümüzde, ülke ekonomisini bu denli eline almış bir şehrin, futbolun da iplerini sıkıca tutması şaşırtıcı değil.

Bütün bunlara rağmen Türk futbolu ülke için taşıdığı değere mütenasip bir noktada değil.

Türkiye’de hiçbir eğlence rekabetçi bir futbol maçı kadar ilgi toplamaz. Üç büyüklerin etkisi altında olsa da, futbol bu ülkenin en büyük eğlencesidir.

Üç büyüklerin gücünü zayıflatan 3 Temmuz soruşturması gibi olayların karanlığı henüz aydınlanmadı. Üç büyüklerin gücü bu süreçte azalırken, bu güçle en yapay rekabetin takımının ya da takımlarının, bugün diğer takımlara ve üç büyüklere meydan okuduğu,  bizzat iktidar tarafından yaratıldığını unutmamak lazım.

Benzer şekilde İstanbul’un devasa kaynaklarını  pek çok iktidar ilçe belediyesi profesyonel futbola ayırdı. Tuzlaspor örneğinde olduğu gibi garip finansal boyutlar da taşıyan bu ilişkiler üç büyüklerin pastasından da tırtıklıyor.

Türkiye’de son 25 yılın yarattığı politik ekonomi, futbolu da hem itibarsız, hem de güçsüz kılıyor.

Kamusal spor planlamasının altyapıya öncelik verip Türkiye’de mevcut futbol piramidi içinde önce üç büyükleri güçlü tutup bu gücü daha da tabana yayması gerekirken, bunu kamusal güçle kısayoldan rekabete tahvil edilmesinden başka bir sonuç ta beklenemezdi zaten.

Futbol, bu ülkenin belki de insanları ortak paydada toplama potansiyeli en yüksek mecrası. Bu mecraya itibarını geri kazandırmanın yolunu bulduğumuzda, ülkenin de pek çok sorununa çare bulmuş olacağız. Kafa yormamız gereken asıl mesele bu olmalı.


https://www.futbolekonomi.com/index.php/haberler-makaleler/genel/128-dier-yazarlar/6353-2025-04-16-18-45-37.html

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

EPİLOG

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum