Ekonomiyi Gezi mi bozdu?
Erdoğan’ın yıllar sonra “İhanet ettik” diyerek günah çıkardığı İstanbul silüetinde Taksim Gezi Parkında bir AVM eksikse bunu Gezi’ye borçluyuz.
AKP mitolojisinde Gezi Olayları çok önemli bir yer tutar. Erdoğan her başı sıkıştığında Gezi’nin ülkenin ayarlarını bozduğundan yakınır. Üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına karşın Gezi tazedir. Gezi sanki dün olmuş gibidir.
Benim için Gezi İnönü Stadındaki son maçta başlamıştı. O tuhaf günde yaşadıklarım sürreal bir film sahnesini andırıyordu. Beşiktaş Gençlerbirliği’ni konuk edecekti. Her zamanki gibi çarşıda buluşmuştuk ama kulağıma gelen sloganlar her zamankinden daha politikti.
Sonrasında ortalık karıştı herkes bir yana dağıldı. Rastgele sıkılan biber gazının etkisiyle bir kitapçının önünde yığılmışım.
Bu tuhaf günün ardından her şey giderek groteksleşti. Bir beyaz yakalılar itirazına dönen geziye koşturan çalışanlar geceyi Taksim’de geçirip sabaha karşı casual urbalarını giyerek işe geliyordu.
Erdoğan’ın yıllar sonra “İhanet ettik” diyerek günah çıkardığı İstanbul silüetinde Taksim Gezi Parkında bir AVM eksikse bunu Gezi’ye borçluyuz.
Türkiye ekonomisi 2002’de uygulanmaya başlayan politikalarla 2017 ortasına kadar makro değerlerini kaybetmeden gidebildi. Gezi de dahil olmak üzere 2010’lara damga vuran hiçbir politik kriz bunda önemli bir hasar oluşturmadı.
2010’LARA DAMGA VURAN HİÇBİR POLİTİK KRİZ ÖNEMLİ HASAR OLUŞTURMADI
Peki Gezi ülke ekonomisini bozdu mu? Erdoğan ve AKP mitolojisine göre cevap evet.
Ülkenin temel ekonomik göstergelerine baktığımızda farklı bir tablo görüyoruz.
Ülke ekonomisi gerçekten bozulmuş olsa bunun etkisini döviz kurunda görmemiz gerekir. Ancak Türk Lirasının ne Gezi olayları sırasında ne de sonrasında ciddi bir değer kaybını görmüyoruz. Aynı durum faiz ve enflasyon cephesi için de geçerli.
Ne faiz ne de enflasyonda anlamlı, yıkıcı bir artış gözlenmiyor.
Gezi Olaylarının bunca yargılanmasına ve Gezi nedeniyle pek çok insanın hapiste olmasına karşın Türkiye’nin böyle karmaşık bir zamanı görece sınırlı bir hasarla geçmesi Türkiye’ye uluslararası alanda olgunluk ve kredibilite bile kazandırdı demek yanlış olmaz.
Benzer durumu görece sakin geçen 2014’ün ardından 2015 yazındaki Hendek olaylarında da görüyoruz. Takvimler 15 Temmuz 2016’yı gösterdiğinde yaşanan kaos da Türkiye ekonomisinin yapısal dengelerini bozmuş görünmüyor.
Dolar 3 lirayı görürse yüzümü tükürün diyen Cumhurbaşkanı danışmanının iddiasında yanılması için 2017 başlarına gitmemiz gerekiyor.
Türkiye ekonomisi 2002’de uygulanmaya başlayan politikalarla 2017 başına kadar makro değerlerini kaybetmeden gidebildi. Gezi de dahil olmak üzere 2010’lara damga vuran hiçbir politik kriz bunda önemli bir hasar oluşturmadı.
2017 Ocak ayında çalıştığım bankada bir müşterime %11 oranıyla 1 yıl vadeli ticari kredi verdiğimi hatırlıyorum. Haziran ayına geldiğinde aynı müşteri ancak %17 oranıyla kredi kullanabiliyordu. 6 ayda ne olmuştu da faiz %50 artmıştı?
6 AYDA NE OLMUŞTU DA FAİZ %50 ARTMIŞTI?
Peki işler gerçekten de iyi miydi?
Bu sorunun cevabını 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına bakarak verebiliriz.
Erdoğan’ın hiç seçim kaybetmeden bugünlere geldiğine dair tez 2015 Haziranındaki sınavda sınıfta kalmıştı. Türkiye 7 Haziran seçimlerinde AKP karşıtı blokun yani muhalefetin çoğunluğu kazandığı bir döneme girmişti.
Seçimden sonra Bahçeli’nin saf değiştirmesi ve yukarıda değindiğimiz Hendek süreçleri sonrasında Halkın “Beğenilmeyen” tercihi 1 Kasım’da “update” ediliyor ve ülke tekrar Erdoğan’ın tek adam sistemi rayına giriyordu.
7 Haziran da 1 Kasım kadar seçimdi ama Haziran’da oluşan irade buhar olmuştu. 4 ay içinde ne değiştiğini az çok bilsek de sonuç değişmiyordu.
2017 Ocak ayında çalıştığım bankada bir müşterime %11 oranıyla 1 yıl vadeli ticari kredi verdiğimi hatırlıyorum. Haziran ayına geldiğinde aynı müşteri ancak %17 oranıyla kredi kullanabiliyordu. 6 ayda ne olmuştu da faiz %50 artmıştı?
Sorunun gizi bir sonraki seçimde gizliydi. 2018 seçimlerini kazanmanın yolu ekonomiyi büyütmekten geçiyordu. Halk iradesiyle sorun yaşayan iktidar çözümü kredi musluklarını açmakta bulmuştu.
Bankaları krediye ikna etmek için o zamana kadar seçici bir kefalet kurumu olan Kredi Garanti Fonu devreye sokuldu. KGF seçici olmaktan çıkarıldı ve devletin portföy bazlı kefalet sistemiyle kredi penceresi açıldı.
Pencere Mayıs 2017’de 180 Milyar TL’ye ulaşmıştı. O günkü kurla 60 Milyar dolar kredi şirket bilançolarından GSYİH’a yolculuk yaparken Türkiye 2017’yi görkemli %7.4 büyüme ile tamamlıyordu.
2018 seçimleri cepteydi. Seçimlerin adaleti ne kadar sorgulansa da ülkeyi 7,4 büyüten bir iktidarın “atını Üsküdar’dan geçirmesi” şaşırtıcı olmuyordu.
Rousseau ve Toplum Sözleşmesini hatırlamak
Türkiye 2018 seçimlerinin hemen ardından girdiği türbülanstan bir daha çıkamadı. Tam tersine 2021 sonunda dolu bardağın üstüne bir kova su ilave edildi ve önce döviz sonra enflasyon en sonunda faiz patladı.
Türkiye ekonomisinin ipini yaşanan sosyal krizler, toplumsal olaylar koparmadı. Türkiye doğal kaynak fakiri bir ülke olarak bünyesine uymayan otoriterlik elbisesini giydiği için iktisaden zora girdi.
Zaten bunun böyle olduğunu çok yıllar önce Jean Jacques Rousseau da söylemişti:
“Yürütme gücünü yasama gücüyle birleştiren anayasadan daha iyisi olamaz gibi görünür. Ama aslında hükumeti birçok bakımlardan yetersiz duruma düşüren budur.”
Yorumlar
Yorum Gönder