“HER ŞEY HER YERDE AYNI ANDA ” YABANCILAŞIYOR




 “HER ŞEY  HER YERDE  AYNI ANDA ” YABANCILAŞIYOR

Çocukken Beşiktaş yenildiğinde birkaç gün etkisinden çıkamazdım (iyi ki artık çocuk değilim ; bir sezonda 13 yenilgi!!!). Beşiktaş tutkusu futbol sevgimi de perçinlemişti. Radyoda maç dinlemenin; aniden mikrofonların çevrildiği stad uğultusundan golü kim yediğini anlamanın uzmanlığına sahiptim. Futbol tutkum öylesineydi ki haftalık fikstür tutardım. Bütün maçların skorlarını, gollerini , haftanın futbolcusunu ve olmazsa olmaz puan durumunu içeren defterlerime şimdi bakınca bu uğraşıma şaşıyorum.

Bugün maçkolik yada benzer bir uygulamayı telefonunuza yüklediğinizde benim özene bezene deftere kaydettiğim 40 sene önceki maçta kimin gol attığını bırakın, maçın kadrosunu bile görebiliyorsunuz.

Futbola dair “her şey her yerde aynı anda”.

Sadece futbol mu? Google’a yazdığınız tek bir sözcük size kimi zaman milyonlarca  geri bildirimle  dönüyor.

Annem için bu pek öyle değil, artık dünyada yeri olmayan babam için de öyle değildi.  Giderek sayıları azalan eski nesli saymazsak, herkes için her şey her an her yerde.

“Her şey Her yerde  Aynı anda” (HşHyAa) : Sinemanın sınırsız anlatım biçimlerini hayatın sonsuz olasılıkları ile çaprazlayan bir film. 2023 Oscarlarının  tozunu atmıştı.

Plastik sanatların neredeyse tamamı teknolojinin baskısını iliklerine kadar hissederken kendisi bizatihi bir teknoloji ürünü olan sinema hiç istifini bozmadan teknoloji ile elele yürüyor. Sinema teknolojiye dair hiçbir huzursuzluk duymadan yoluna devam ediyor ve istediği hikayeyi anlatabiliyor.

3 saat içinde “her şeyin her yerde aynı anda” olduğunu ve bunun hiçliğin tam da ortasında kalmak olduğunu  teknolojinin imkanlarını sonuna kadar  kullanarak anlatan bir hikaye “HşHyAa”.

Film RedKit’ten  iyi tanıdığımız çekik gözlü çamaşırcı klişesiyle açılışı yapıyor ve Amerika’da ölümle beraber tek gerçek olan vergi meselesi ile gelişiyor. 

Uzun gelişme bölümü “filmin içindeki filmin içindeki filmin içindeki filmi” Alp dağlarına çıkan “peleton”daki öncü bisikletçiler misali sürekli yer değiştirerek anlatıyor.

Anlatmak istediği şey aslında elimizdeki uzaktan kumanda ile 9 staddaki maçtan canımızın istediğini seyrettiğimiz bugünün sonsuz seçeneğiyle geçmişte radyo başında sadece bu 9 staddan bizim  iyi haber beklediğimizden  yansıyan sesler için gösterilen  sabrın arasındaki farkın altını çizmek.

Geçmişin beklemeyi bilenlerine karşın bugünün tahammülsüz ruhları.

Sadece bir kutu kibriti rastgele döküp   çöpleri diğerlerine değdirmeden alabilme oyunundan, artık kibrit bile satılmayan bir  çağda evreni sıfırdan yaratabildiğiniz FRP’lere uzanan fark. Eve hamallarla taşıdımız Meydan Larousse’un ufak puntolarıyla;   google’da tıklama becerimizle ulaştığımız sonsuz bilgi okyanusu arasındaki fark.

Salzburg’da Mozart evine gittiğimde bu çok gezen bestecinin yolculuklarını  pek çok kez yürüyerek yaptığını görüp şaşırmıştım, bugün jet lagdan muzdarip olan maestroları tabanlarında nasırla konser salonunda hayal edebilir miyiz?

“HşHyAa”  modern zamanların eleştirisinden,  kuşaklar arası çatışmaya dek pek çok zamane sorunu  masaya yatırıyor ve bunu kozmik bilince gönderme yaparak açıklıyor.

Artık sadece internetin sınırsız imkanlarını tanıyan ve bilinç kazandıkları neredeyse ilk andan itibaren sanalı reelin üzerinde yaşayan bir  insan nesli var. Analog nesil   devreden çıkarken, bu nesil giderek bir üst nesil olarak sonraki kuşaklara yol gösterecek.

İnsanlığın  yerleşik düzene geçişinden bu yana  kurulan hiyerarşik toplum yapısıyla pekişen ve kapitalizmin kurallarıyla yerleşen sürekli çatışma halinin topyekün bir yokoluşun ayak seslerini daha duyulur hale getirdiği bir dönemdeyiz. Üstelik reel dünya bu denli ağır  sorunla dolu olsa da yaratılan sanal dünyada “her şeyin her an her yerde” bulunabildiğine dair bir  yanılsama giderek kendini daha çok duyuruyor.

Reel dünyada karşılığı olmayan bu sanal  varoluşun  renkleri ne denli parlak ve sonsuz görünse de   gerçek dünyanın griliği ve sonluluğu içinde  bu renkler solmaya mecbur.

İşte tam da bu anda  insanda değişmeyen özün,  Marx’ın her zaman  en taze eseri olan 1844 El Yazmalarındaki şu ifade olduğunun altı birkez daha çiziliyor. Aslında anlatılan bizim hikayemiz. Ve bu Yabancılaşmaya karşı durabilmenin hikayesi:


“Ne kadar az yer, içer, kitap okursan, tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen, ne kadar az düşünür, sever, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin; mezar böceklerinin ve toprağın yok edemeyeceği hazinen o kadar büyür. Kendin ne kadar azalırsan o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmen ters orantılıdır; yabancılaşmış varlığın gitgide büyür”

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

EPİLOG

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum