SELİM SARIGÜL'E VEDA (5.10.37-21.3.24)
1934 yılının Mayıs’ında Kimon Georgiev Stoyanov isimli bir
Bulgar general Avrupa’da savaşın ayak sesleri yaklaşırken ağır sorunlarla
boğuşan ülkesini bu dertlerden ancak bir askeri müdahalenin kurtaracağına
inanmaktaydı.
Bu darbenin Bulgaristan’ın dertlerini çözemediği ülkenin
sonradan başına gelenlere bakıldığında ne denli açık olsa da en hızlı etkisi
zaten hayatları zorlaşmış olan Bulgaristan Türklerinin hayatlarının daha da
kararması olmuştu.
1934’ten 2. Dünya Savaşının başlamasına kadar 100.000
Bulgaristan Türkü yada bizim deyimimizle Muhaciri Türkiye’ye doğru yola
çıkmıştı bile.
1930’ların ağır şartlarında 500 seneyi aşkındır yurt
bildikleri toprakları terk ederek Misakı Milli sınırlarına ricat eden bu
insanlardan iki tanesi de Selim Sarıgül’ün annesi ve babasıydı.
Selim Sarıgül’ün hayatı daha doğmadan zorlukların içinden
geçmişti.
Trakya’dan öteye gitmeyen aile için asıl durak Pınarhisar
olmuştu.
Erken yaşta ölen babanın yokluğunda ağabeylerin korumasında
hayata tutundu Selim Sarıgül. Tutunduğu hayatın dalında ailenin o zamana kadar
ki en okumuş bireyi olma kaderi vardı. Çağın en güzel gözlü maarif müfettişinin
Tonguç Baba ile birlikte kurduğu Köy Enstitüsü hayali ile bu kaderin çatısı
kurulmuştu.
Kepirtepe Köy Enstütüsünü kuranlar bu öksüz evladı da
bağırlarına basmışlar ona mandolin çalmayı ve memleket evlatlarına eğitmen
olmayı öğretmişlerdi. Köy Enstitüsü projesi tarihin tersten esen rüzgarına
yenik düşse de Selim Sarıgül’ü İslambeyli köyündeki köy okuluna ulaştırmayı
başarmıştı. O kadar genç yaşta Köy öğretmenliğine başlamıştı ki köyde geçen
yılların bakiyesi öğrencileri neredeyse
onunla birlkte yaşlanmışlardı.Ancak ne zaman görüşseler onun elini hep saygıyla tutarlardı.
1950ler 60’lar boyunca İstanbul’a da yolunu düşürüyordu. En
sevdiği arkadaşı İstanbul’un son faytoncusu olarak 2010larda kaybettiğimiz Mustafa Serin’di. Mustafa Amca’nın şimdi yerinde tabii ki koca
bir apartmanın dikildiği fayton atölyesini ben 2000lerin başında tanımıştım.
Mustafa Amca takattan düşene kadar yanan demirci körüğünün başında benim de çay
içmişliğim vardı . Fayton atölyesi artık yok olsa da Kadıköy’deki Fayton restoranın
duvarlarını süsleyen eski demirci aletlerinde Mustafa Amca ile Selim Sarıgül’ün
de parmak izleri durmaktadır.
Selim Sarıgül’ün Köy Öğretmenliğinden o günün koşullarında
çıkış süreçlerini üç aşağı beş yukarı biliyorum babamdan ve annemden.
Çalışkan Öğretmen Okulu mezunlarının sonraki durağı
olan Gazi Eğitim’de tanıştığı
Diyarbakır’lı Aynur öğretmenle birleşen hayatı 1960’ların sonundan bugüne 55
yıllık bir yol hikayesi olarak anılarda yerini aldı bile.
Selim Sarıgül Aynur Öğretmenle birlikte gittikleri Tokat’daki Öğretmen okulunda aralarında
“Kardelen” Öner Yağcı ve acı bir cinayete kurban giden efsane eğitimci Nazmi
Arıkan da olan solcu öğrencileri faşizmin baskısından mesleğini riske atarak
korur. Eğitimlerine devam etmelerini sağlar. 1970ler Türkiye’de yüksek sesle
öksürmenin bile komünistlik sayıldığı yıllardır. Selim Sarıgül’ün safı
bellidir. Yüreği solda atmaktadır.
Tokat’tan geldikleri Edirne’de geçen 30 yıl boyunca parlak
zekası, hitabet yeteneği ve iletişim becerileri ile siyasetin de hep kıyısında
ve emeklilikten sonra içinde yer alır.
Edirne’de Ecevitlerin Demokratik Sol Partisinin İl Başkanı
olur. 1991’de milletvekili olacakken son anda oyun dışı kalır. Yıllarca Belediye Meclis Üyeliği yapar. Bu seçimde İyi Partili
olan eski CHP’li Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi’ye kendi partisinden olmasına
rağmen hatalı kararlarında kafa tutar.
Dünyanın belki de en gerçekçi, kuralcı ve prensipli insanı
olarak kendini manen ve maddeten yorgun hissettiğinde hiç tereddüt etmeden
siyaseti de 30 yıl yaşadığı Edirne’yi de bir çırpıda terk eder.
Belki genlerine işlemiş Muhacirliktir ona bu kadar kolay
terkedişleri yaşatan. Arkada bıraktığının ardından dönüp bakmaz bile.
Enez’i bol
sivrisinekli , bol balıklı az insanlı zamanlarında yılın 6 ayı tam 25 sene
aralıksız evi belledi. Enez değişti ,
Selim Sarıgül yaşlandı. Her akşam 1 hadi diyelim 2 kadeh içmenin bile olanaksız
kaldığı günlere geldi. 25 yılın sonunda Enez artık uzak bir rüyaydı ama bir kez
bile göreyim demedi. Giden gitmişti gözünde .
Selim Sarıgül vücudu gücünü yitirirken aklını hayret verici düzeyde koruyarak
hayatının son düzlüğüne ulaştı. Vazgeçmediği Fenerbahçe’nin maçlarıydı bir de.
Digitürk üyeliklerini paylaşmıştık. Fenerbahçe maçları onundu.
Onunla son kez geçirdiğimiz hastane gününde karışan aklından
süzülen hikayeler bir Fellini filmi bir Marques romanı izi bıraktı zihnimde.
Akıl zihni serbest bıraktığında her halde tam da Marques’in dediği gibi oluyor
:
“Yaşın fiziksel dünya dışında hiçbir gerçekliği yoktur.
İnsanın özü zamanın geçişine karşı dayanıklıdır. İçsel yaşamlarımız sonsuzdur,
yani ruhlarımız çiçek açtığımız zamanki kadar genç ve güçlü kalır.”
Ve Fellini’nin Amarcord’da Büyükbabaya söylettiği replikle
tamamlanıyordu :
“Neredeyim? Hiçbir yerde yok gibiyim. Eğer ölüm böyleyse pek
dert etmiyorum. Her şey gitti. İnsanlar, ağaçlar, kuşlar, şarap. Peki, sende
durum ne!”
Selim Sarıgül’den geriye
2 akıllı kız. 3 akıllı torun , 1 cici torun ,55 yıllık bir yol arkadaşı ve Mr. Darcy ile geçimsizliği nedeniyle sürgüne
giden Misty( yada onun deyimiyle Mitsi) ve biraz hoş sada kalacak. 87 yıllık
bir ömür için az mı? Bence değil.
Yorumlar
Yorum Gönder