HAYATIN ANLAMI

 


“Sonlu bir hayatta anlam aramak , hele ki sonun zamanlaması bu denli belirsizken akıl dışı geliyor.”

 Varoluşçu felsefeyi Paulo Coelho anlatsa herhalde kısa özeti bu şekilde yapardı.

Şükür ki insanların ancak  sınırlı bir azınlığı Varoluşçuluğun adını duymuştur ve duyanların yada duymayanların çok daha küçük bir azınlığı bu anlamsızlığı tanımlama konusunda üzerlerine bir görev düştüğü kanısındadır. Yaşamın anlamsızlığını ve sonunun ölüm olduğunu biliyoruz. "Hayatı baştan yargılandığımız bir mahkemede sonunun idam olduğu gerçeğine sırtını dönerek" yaşayan milyarlarca insan ile dünyayı paylaşmaktayız.

Hayat benliğimizin farkına vardığımız ilk andan , bilincimizin yok olduğu son ana kadar koşturan bir geri sayım saati aslında. Hatta bundan para kazanan uyanık bir tasarımcının kişiye özel saatler tasarladığını görmüştüm bir defasında. Saatinizin duracağı yaklaşık zamanı sizin demografik özelliklerinizden yararlanarak belirliyor, saati çalıştırıyor ve size teslim ediyor. Amaç açık : Kalan zamanı delicesine güzel geçirip son ana ulaşmak.

Peki ne değişiyor? Hayatı çok güzel yaşadık ve sonuna geldik . Ne değişti? Kar maksimizasyonu yapan işletmeler gibi işimiz ve hedefimiz keyif maksimizasyonu mu olacak? Sonuna geldiğimiz hayat bize sağladığı maksimum fayda ne kadar çoksa bizi o denli mi tatmin edecek

Hayatın zevk maksimizasyonu peşinde geçen bir koşturma olmadığını anlamak için illa da hayatın anlamsızlığına  kafayı takıp varoluşçu bir intiharı planlamak gerekmiyor. Hatta hayata gerçekten anlam katan şeylerin ne olduğu konusunda bambaşka fikirlerim var. Tabii ki kendi icadım olan bir fikir değil. Ama deneyimle de teyit edilmiş gerçeklik. Hayat 3 şeyle kaim ve olası : Acı, Belirsizlik ve Sürekli Çalışma.

Formülde var olanlar değişmeyecek ama payları azalıp artabilecektir.  Hayatın son anına kadar acıyı, belirsizliği ve süregiden bir çabayı içselleştirebildiyseniz hayatınızda anlam arayışına en azından bir nebze de olsa çözüm bulabildiniz demektir. Tabii ki acıdan işkence görmeyi, belirsizlikten her gün başka bir ülkede uyanmayı, çalışmaktan haftada 126 saat mesaiyi kast etmiyorum.

Farkında olduğumuz hayat geri kalan herşeyin bu üçlünün arasında kaldığı ve bize kendisini nadiren gösterdiği bir armağan olarak var olacaktır.

Size buzamana kadar aslında bir film anlattım. Bir filmin son sahnesi anlamına gelen teknik bir Hollywood deyimi olan “Martini Shot” adındaki filmin varoluşçu senaryosunun, yorucu kurgusu içindeki hikayeyi anlattım.

İrlanda’nın gerçek olamayacak kadar yeşil, doğal, minimal ve kompakt fonunda ölüme çok yaklaşmış bir yönetmenin zihninde ve imgesinde dolaşmaktayız.

Andersen’den bir öğütle başlayan hikaye Renoir’den sinemaya dair bir tespitle bitiyor. Hans Christian Andersen; insan hayatı, Tanrı’nın parmaklarıyla yazılan bir peri masalıdır diyerek açıyor hikayeyi. Jean Renoir ise her yönetmen aslında tek bir film çeker sonra onu parçalayıp diğer filmlerini çeker diyerek tamamlıyor.

Fantastik bir yolda ilerleyen hikayenin son filmini çeken yönetmenin kaybettiklerinin acısı ve en büyük aşkının belirsizliği arasına sıkışan anlarının tanığı oluyoruz. “Filmin içindeki filmin içindeki film” bize hayatın basit ve sade formülünü tekrar ediyor. Tekrar tekrar söylüyor. Acıdan, belirsizlikten ve çalışmadan arta kalan zamana sıkışan şeyleri hatırlatıyor. Üstelik bunların gerçek olduğunu sandığımız yanılgısını daha 1.dakika bitmeden bize gösteriyor:

"Gerçek diye bir şey yok. Sadece algı var. Ve hepimiz bu yanılsamanın duvarlarına çarpıp duruyoruz. Olmayan gerçekleri bulmaya çalışıyoruz. Hiç var olmayan."

Herkes gibi ölüme koşan ama tıbbi durumu nedeniyle bunun gerçekliğini daha da fazla hisseden yönetmenin ölü aktörlerden oluşan oyuncu kadrosuyla çektiği filmin aslında bütün hayatının bir özeti olduğu ve  anımsamanın ise en büyük ödül olduğunun altını çiziyor. Acı, belirsizlik ve çok çalışmadan arta kalan zamana sığan anlara dair anılardan söz ediyor.

"Martini Shot’u lirik bir şiir , pastoral bir resim, acılı bir arya olarak izleyin. Hayatın anlam(sızlığ)ını ve anlam arayışın nafileliğini daha iyi tanımlayan az şey bulabilirsiniz.

Paulo Coelho değil ama Oruç Aruoba’nın satırları belki bunu yapabilir :

"Ölüm yaşamdan daha belirgindir.

Ölüm yaşamdan daha kesindir. Yaşam belirsizdir; oysa ölüm, belirgin ve kesindir. Hep bir süreç olan yaşam, ölüm anında, sonunu değil, sonucunu bulur: Ölüm yaşamın sonucudur - kişinin nasıl bir yaşam yaşadığı, öldüğü ölümden bellidir. Ölümü bilen, onun bilincinde olan bir yaşam, yaşam sürecinin her anında ölümü yaşama katarak, yaşamı bilinçli kılar - ölümü yaşamdan koparmadan, ama ölümün yaşamı kaplamasına da izin vermeden, ölümü, her an, yaşam kılar."

(de ki işte -Oruç Aruoba)

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

EPİLOG

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum