ÖTEKİ ASLINDA SENSİN
Buzul çağını geçirmiş bir dünyanın herşeyin sırrına varmayı başarmış sakinleri olarak küresel ısınma çağına ulaşmış bulunuyoruz.Dünyanın buzlardan ibaret olduğuna inanıyorsak, sıcaktan kavrulabileceğine de inanmamız gerekiyor olmalı.
Boomerları
saymazsak X’den Alfa’ya birbirine dijital olarak bağlanan sakinler olarak
hayatta kalmak için telefona muhtaç durumdayız.
Kocaman bir gezegende değil de küçücük bir köyde yaşar gibiyiz. Yine de sadece dünyanın değil galaksinin de
tek hakimi gibi yaşıyoruz. Düşünmenin
bize sağladığı ayrıcalıkla tasarlayarak ve taammüden galaksiyi kendimize
hizmetçi yapmış durumdayız.
Oysa ki
insan dediğimiz varlığın yazılı tarihi sadece 5 bin yıl öncesine dayanıyor.
Tarımı öğreneli 12 bin yıldan fazla olmadı. 19. yüzyılın modernitesi ve 20.
Yüzyılın baş döndüren icatları 21.yüzyılın ağ teknolojisi ile birleşince dünya
hiçbir zaman olmadığı denli küçüldü.
Mülkiyet
duygusunun insanlığın gelişimini ve belki de yok olmasını sağlayacak
belirleyici motivasyon olduğuna şüphe yok. Devletlerin sınırları ve devletin
içinde mülkiyete dayalı toplumsal ve ekonomik yapılar geri dönülemez biçimde
sahip olma duygusunun gücünü gösteriyor.
Herkes sahip
oldukları ile güvende ve daha çok sahip olmanın marjinal faydası hiçbir zaman
negatif olmuyor. Tarım toplumuna geçtiğimiz ve artı değeri üretmeye
başladığımızdan beri bu işler böyle gidiyor. Bir buğday başağının 10 başağa
dönüşmesi o 9 başağı kim alacak sorusu 12 bin yılda işleri bu hale getirdi.
2016 yapımıVarış filminin uzaylılarla dünyalılar arasındaki temel meselenin dünya için; “neden
geldiniz?” sorusundan ibaret olması tam da bu mülkiyet kaygısının teşhis
edilmesini işaret ediyor.
Dünyada
yeterince rakip var ve dünyanın kaynaklarına ortak olmak ve dünyaya çökmek
isteyen uzaylılara dünyada yer yok . Bu ortak düşünce içinde dünyanın 12
bölgesine inen devasa uzay gemilerinde araştırma yapan ülkeler için tek bir
kaygı var :
Uzaylılar
bize saldıracak mı?
Akılları
sadece pundunu bulunca başkasına saldırmaya çalışan bir gelenek için şaşırtıcı
değil.12 bin yıldır diğerinin artı değerine göz koyarak ilerlemiş bir medeniyet
için gökten zuhur eden uzaylılardan
endişe etmekten daha doğal ne olabilir zaten? Kendi aralarında kavga etmemek için daha çok
silah üretip karşı tarafa göz dağı vermeyi çözüm olarak gören bir akıl için uzaylıların ağzını açtığında duyulacak
tek söz tehdit cümleleri olacaktır.
Peki
uzaylının sözünü nasıl anlayacağız? Bırakın uzaylıyı asırlardır yanyana yaşayıp
da bir birinin dilini anlamayan yada bir dili konuşmayı üstünlük olarak görüp diğerinin
diline yan gözle bakanlar için iletişim nasıl mümkün olabilir?
Bütün
bunların çözümü için dil bilimci olmak zorunlu olmasa da iyi bir dil bilimcinin
diğer seçeneklerin açık ara önüne geçeceğine şüphe yok.
Amy Adams’ın
can verdiği profesörümüz tam da aranan kan oluyor. Bir bilim kurgu yazarının
zeka dolu hikayesinden yola çıkan Denis Villeneuve İyi Bilimkurgunun İyi Edebiyat;
İyi Edebiyatın ise her zaman İyi Filmler olduğunu , bunun için iyi yönetmenin
gerek ve yeter şart olduğunu bize bir kez daha gösteriyor.
Uzaylılarla
değil sadece dilini bilmediğimiz birileri ile iletişim kurmanın yöntemi üzerine yanlız göze değil zihne ve
ruha hitap eden kadim bir metodolojiyi içselleştiriyoruz. İletişimin akıllı
canlılar arasında mümkün, anlamlı ve zorunlu olduğunu ve her zaman pozitif
sonuç verdiğine şahit oluyoruz.
Öteki dediğimizin
sadece derdini anlatamamaktan muzdarip olduğunu yada biz ona kendimizi
anlatamadığımız için karşımızdakine öteki dediğimizi bir kez daha anlıyor ve
algılıyoruz.
Bilimkurgunun
fantastikliği ve yazarın hayal gücü içinde uzaylıların geçmiş ve geleceği
birlikte içeren zihinsel kapasitelerin var olup olmaması önemini yitiriyor. İnanmanın
keyifli olacağı kanıtlanamamış hikayeler her zaman olacaktır. Masallar hep
olacaktır.
Varış’ın
bize mesajı ise basit ve yalın : öteki aslında sensin. Anlamamanın tek sebebi
olabilir doğru iletişimi kurmuyor olabilirsin.
Yorumlar
Yorum Gönder