HALİT ARSLAN'I UNUTMAMAK
“Saatim yok tam olarak bilemem Biraz bira, biraz şarap
önceydi Nasıl oluyor; vakit bir türlü geçmezken Yıllar, hayatlar geçiyor? Kayıp
bir bavul gibiyim havaalanında Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda Çok mu
ayıp hala mutluluk istemek? Neyse zaten hiç halim yok Bugün benim doğum günüm
Hem sarhoşum hem yastayım Bir bar taburesi üstünde Babamın öldüğü yaştayım
Bugün benim doğum günüm Kelimeler büyüyor ağzımda Bildiğim bütün hayatlar
Paramparça Takatim yok, yine de telefona sarıldım Son bir özür için tüm
sevdiğim kadınlardan Aradım, mesajlar çıktı kapattım Telesekretere
konuşamayanlardanım Bugün benim doğum günüm...”
Teoman/Paramparça/
Yarın benim doğum
günüm.
Üstelik babam öleli sadece 1 hafta oldu.
Bir farkla ki :
Babam benden tam 31 yaş büyük öldü.
Babamın öldüğü yaşta olduğumdan söz etmek için önümde 31 uzun
yıl var.
Bundan sonra babam değil ben yaşlanacağım. Babam kadar
yaşar mıyım yada onu geçmeyi başarır mıyım bilmiyorum.
1 eş 3 çocuk ve 6 torunla dünyayı terk eden babamın bu 10
kişi arasında yüzüne son kez olsun anlamla baktığı , gülüşünü verdiği, elini
kısacık da olsa sıktığı ferdi olmanın ayrıcalığını yaşadım. Babam bu dünyada
son selamını bana verdi
Babam için beni arayan mesaj yazan facebooka instagrama
mesaj bırakan yada yüzyüze konuştuğum herkese (hepsine sonsuz teşekkürler
ederim) belli bir süre sonra yakınlık durumuma göre hep aynı hikayenin bir
versiyonunu anlattım.
Babam yorulmuştu ve artık dinlenmeye ihtiyacı vardı. Yine
kanserden ama çok genç yaşta ölen birinin cenazesinde arkadaşlarından birisi
mezarlıktaki herkesten gitmelerini isterken kurmuştu bu cümleyi: “ Lütfen onu yalnız
bırakalım. Dinlenmeye ihtiyacı var çünkü.”(İtiraf ediyorum bir iktibasçıyım ben)
Ölümün hele ki uzun ve yorucu hastalıklardan sonra bir
huzur aşaması olduğunu düşünmek için çok fazla sebep var. Kanserin bedeni yok
etmek için gösterdiği çabaya ve hastayı bu dünyadaki son zamanlarında en ağır
yorgunluklarla sınamasına karşılık ölümün huzuruna sığınmaktan başka çare
kalmıyor.
Babam etrafına dert vermemenin kitabını son nefesinde bile ihmal etmedi. Sadece bir gecelik Yoğun Bakım ardından bir pazar sabah erkenden bu dünyada yolculuğunu tamamladı.
Babamın Hitlerin Avrupa’yı ateşe vermeden 1 yıl önce
başlayan hayat yolculuğunu kısaca anlatmak gerekirse 1899 doğumlu bir Kastamonu
köylüsünün 3 .evliliğinden doğan 10 çocuğun 9.olarak başlamış hikaye.
Çocukluğumun en eğlenceli detayları annem/babam yaşındaki
amca ve hala çocuklarımdı. Akraba hiyerarşisine
göre bana amca demesi gereken yeğenlerdi. Bu biraz acaip kardeş sıralaması yaşın da ötesinde 10 çocuğun en eğitimlisi
olarak Ankara Hukuk Fakültesini bitirererek
kendini ayrıştırmayla da öne çıkıyordu. Üstelik ilkokula 11 yaşında başlamışken.
Göl ve Diyarbakır Öğretmen Okulları ve üzerine Gazi Eğitim
Enstütüsü formasyonu yetmemiş bir de iki dizinde iki çocukla çatır çatır
Üniversite Sınavına hazırlanmış ve çakma gecekondu üniversitesi değil bal gibi
Ankara Hukuk kazanmıştı 30unda.
Eğitimle, çalışarak, öğrenerek, zeka ile bir yerlere gelebilme
konusunda bir rol model olmuştu. Hayatta başarılı olmanın tek yolunun bu
olduğuna inandı. Bu yönüyle bir rant ülkesi olan Türkiye’de ömrünün sonunda
bankada sadece kredi kartı borcu kadar para ile sadelik nedir onun da dersini verdi.
Babamla geçirdiğim 53 yıl 11 ay ve 51 haftanın özetini
yaptığımda eleğin üstünde bulduğum en önemli şey “Hırsttan ari bir hayat nasıl olurdu?”
sorusunun cevabı oldu. Babamı hastane morgundan
beraber aldığımız Kastamonu Barosu avukatı da onun için bu tanımı yapmıştı : “Hırssız
bir insan”
Hırsız olmaktansa hırssız olmak tabi ki iyidir. Yine de babamın tutkuyla bağlandığı bir şeyler olsun isterdim. Belki o zaman hastalığı yüzünden midesi alındığında tutkuyla yemek istediği bir yiyecek olur ve onunla karnını doyurmak için arzu duyardı.
Babamın hayatındaki duraklar Küre Taşpınar köyü, Devrekani,
Gölköy Köy Enstitüsü(sonra öğretmen okulu), Diyarbakır Öğretmen Okulu, Hakkari
Beytüşşebap, Tekirdağ, Bingöl, Polatlı, Kastamonu, İstanbul ve sonra tekrar
Kastamonu oldu.
Kastamonu’da İmam Hatip , Ticaret Lisesi ve Meslek Yüksek
Okulunda , İstanbul’da Oruçgazi Ortaokulu ve Şişli Motor Meslek Liselerinde
çalıştı. 50 yıla yakın avukatlık yaptı.
CHP Kastamonu il yönetiminde çalıştı. Son uykusunu uyuduğu
Devrekani’ye Belediye Başkanlık yapmak istedi ama Devrekani ondan daha iyisini(!)
buldu. Yine de öldüğü akşam evimize gelip Halit Amcanın ona gösterdiği desteği paylaşarak içimizi ısıtan çalışkan, genç ve pırıl pırıl vekil Hasan Baltacı ile hem babam hem onun adına gururlandık.
Bir Avrupa ülkesinde doğmuş olsa bu çalışma ve kendini
geliştirme isteği ile muhtemel ki çok
daha iyi koşullarda bir hayat sürerdi. Yine de hep şükretti ve geleceğe dair umutlarını
azaltmadı.
Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Mustafa Ekmekçi ,
Hıfzı Veldet okudu. Bize onları okumayı öğretti.
Babamın ardından daha sonra tekrar yazacağım ama şimdilik beni tanıştırdığı Uğur Mumcu’dan bir alıntı ile bitirmek
en doğrusu :
"Bir gün mezarlarımızda güller
açacak ey halkım unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında
yankılanacak ey halkım unutma bizi..."
Yorumlar
Yorum Gönder