CRONENBERG'DEN ULUSLARARASI İLİŞKİLER DERSLERİ
Rusya’nın Ukrayna işgaline en çok tepki veren batı ülkesi İngiltere’dir. Uluslararası İlişkilerin derin girdapları içindeki bu tartışma dışarıdan bakanlar için anlaşılır olmakla beraber zaman zaman abartılı olarak da yorumlandı . Rusya’nın İngiltere’deki hükümet krizlerine dair alaycı ve sarkastik tepkilerine de şahit olduğumuz bu ilişki ağının arka planındaki motivasyonlar çok fazla boyut içeriyor olmalı.
Rusya-İngiltere ya da doğru deyimle Büyük Britanya ilişkilerini 2000’lerin başından bu zamana incelediğinizde aradaki bağların nasıl koptuğunu ve tamir edilmez yaraların açıldığını görebilirsiniz.
Rus Muhalif ve eski ajan Litvinenko’nun 2006’da zehirlenerek öldürülmesiyle büyük ölçüde belirgin hale gelen bu kaotik ilişki yapısı 2021’in başındaki Ukrayna krizi ile boyut değiştirerek tam bir soğuk savaşa hatta olasılıksız bir sıcak savaşın ön sevişmesine dönüşmüştür.
Rusya’nın İngiltere ile 2 Dünya Savaşında da önce düşman sonra dost olarak gelişen müttefik ilişkisi belki de kökleri çok daha eskiye dayanan bir mücadelenin yansıması olarak da okunabilir.
İngiltere bir monarşi de olsa demokrasinin beşiği olarak bilinirken Rusya sosyalizmin bayrağını bile otoriter despotizmle karıştırıp servis ettikten sonra Putin gibi bir anakronik yeni versiyon katıksız bir Çarla 21 yüzyıla damga vurmuştur.
Putin’deki Çar potansiyelini ve eğilimini İngiltere’den daha iyi özümseyen ve çözümleyen ülke olmasa gerek.
1200lerden bu yana kökleri atılmış bir demokratik vizyonun, efsane başbakan Churchill’in tanımıyla “diğerlerini saymazsak en kötü rejim olan demokrasinin” bekçiliğini Rusya gibi “koca bir ayıya” karşı yapmak İngiltere için belki de bir zorunluluk halidir.
Putin Rusya’sı demokrasinin D harfine bile duyduğu antipatiyi hiçbir zaman gizlememiştir. Diğer yandan dağılan Sovyet İmparatorluğu’nun küllerinden doğan yeni Rusya’nın yaklaşık 15 yıllık çalkalanmasına son veren Putin’in başarısında hiç kuşkusuz en önemli pay Mafya ile İş adamlığı arasında gidip gelen oligarkların elinde büyüyen sermaye ve oligopol yapıya evrilen ekonomi olmuştur.
Cronenberg’in 2007 yapımı Eastern Promises’i 15 yıl sonra izlediğinizde filmin ilk çıkışında dünyayı sarsan sert görselliğinin ötesine geçen okuma benim için yukarıda özetlediğim siyasi çerçeveden başkası değil. Kesilen boğazlar, istismar edilen kadınlar, çırılçıplak vücuda değen bıçaklar, işkence edilen ölüler ile öne çıkan filmin bu görsel malzemeyi aşan bir siyasi kehaneti ortaya koyduğunu görmemek için hayatınızda bir kere bile dünya siyasetine kafa yormamış olmanız gerekir.
2007’de çekilen bir filmin Londra’yı kasıp kavuran Rus Mafyası üzerine bina edilmiş olması sonraki yıllara damga vuracak bir çatışmanın temellerinin ne denli derinde olduğunu bize gösteriyor. Putin’i zaman ötesi bir Çar’a dönüştüren sürecin temellerinden söz ediyoruz. Oligarkları dize getirerek saltanatını ilan eden Putin’in gücünün emarelerini 2007 yılında tespit eden Cronenberg aslında bir suç filmi değil dünyayı sonraki 15 yıl içinde sarsacağına kuşku duyulmayan bir sürecin taslağını ve altyapısını filme almış.
Ukrayna’lı fahişeye reva görülen Rus eziyetinin Rusya’nın Ukrayna’ya yapacaklarının basit bir provası olduğuna neden tereddüt duyalım? Ukraynalıların Ruslara karşı bitmeyen nefretinin ilk fırsatta bir savaşı tetikleyececeğini sanatçı duyarlığı ile öngörmüş Cronenberg.
Sovyetlerin Amerika’ya kafa tutacak kadar büyüyen gücünü sermayeye dönüştürmeyi başaran Putin Rusya’sı daha Putin’in iktidara gelmesinden henüz 1 yıl bile geçmeden rengini belli etmiş olmalı.
Eastern Promises’in Viggo Mortensen başta olmak üzere oyuncu kadrosunun kusursuzluğu ve bir film olarak vaat ettiklerini anlatmak için 15 sene beklemeye tabii ki gerek yoktu. Ancak filmin asıl büyük başarısının dünyaya dair algısı olduğunu söylemek bir zorunluluktur.
Cronenberg’in bir suç filminden dünyaya dair bir gelecek öngörüsü çıkarabilmesi bunu estetik olmayan bir görsellikle gözümüze sokması hayatın “iyi” sanatın sadece bir replikası ve taklitçisi olabileceğini bir kez daha anlatıyor
Yorumlar
Yorum Gönder