HAYATIN MUCİZESİ
“Bir tarihsel dönemin
değişikliği her zaman kadınların özgürlüğe doğru ilerlemesine göre belirlenir,
çünkü insanal doğanın hayvanlık üzerindeki zaferi kendini en açık biçimde işte
burada, kadının erkek ile, güçsüzün güçlü ile ilişkisi içinde gösterir. Kadının
kurtuluş derecesi, genel kurtuluş derecesinin doğal ölçüsüdür.”
Kutsal Aile-Karl
Marx-Friedrixh Engels
Önce Konya’dan geldi haber. 12 ve 17 yaşında iki kızınıkatleden baba polise teslim olmuş. Gerekçe : Namus. Sonrasında Diyarbakır. 17
yaşında kız gece uykusunda öldü. Anlaşılıyor ki Babası elleriyle boğmuş.
Bir sonraki haber nereden gelecek bilmiyoruz.
Memleketin bundan sonra hangi köşesinde narin bir beden
daha hoyrat ellerin kurbanı olacak. Son
bir nefes almak için gökyüzüne bakan gözler
kısılacak. Ferleri sönecek.
Bunlar bu ülkede ne ilk ne son.
Dünyada doğuya gittikçe artan baskıların kurbanı önce kadınlar sonra
çocuklar ama her zaman ve en çok “kadınçocuklar”.
Kutsal Ailenin kalın demirleri ardında olup biten her şey
ayrıcalıklı. “Erkekbaba” namus kavramına kilitlenmiş bir füze misali
etrafındaki her şeyi herkesi yok etme hakkını kendinde görüyor.
Hapiste bile “namus” üzerine işlenen cinayet takdire
tabii. İlgiye ve anlayışa mazhar.
12 yaşında ölen kızları görünce insan 6 yaşında gelin
edilen çocukları şanslı buluyor. Evlendirmesek öldürmek zorundayız!
Bakın dünya da farklı değil diyelim. Hatta o kadar ileri
gidelim ki Avrupa’da da bunlar oluyormuş diyelim.
Tek farkla aradan 160 yıl geçmiş .
1860’ların başında İrlanda’dayız.
İrlanda büyük kıtlık pençesindedir. Yine de bu kıtlık günlerinde küçük bir köyde
bır kızın yarattığı mucize köy halkını heyecanlandırmıştır. Bu kız kıtlık günlerine yakışan bir mucizenin
parçası olmuştur. Yemek yemeden yaşamanın sırrına ermiştir.
Bu mucizenin arkasında bir sahtecilik olup olmadığını
anlamak için bir hemşire ve bir rahibe görevlendirilir. Bu ikisi dönüşümlü
nöbet tutacak, kızı gözlemleyecek yemek yeyip yemediğini anlayacaktır.
Biz filmi hemşirenin penceresinden takip etmekteyiz.
Kırım’da savaşın zorluklarını yaşamış hemşirenin günün tıbbi bilgi ve
pratikleri ile anlamaya çalıştığı bu olağanüstü durumu birlikte çözmeye çalışıyoruz
film boyunca. Kırım Savaşı bizim açımızdan tarafı olduğumuz bir mücadele olduğu için ne kadar önemli olsa da dünya için önemi de Florence Nightingale’in modern
hemşireliğin temellerini atmasıdır.
İrlanda köyünün 160 sene öncesi ile bugünün Türkiye’si
hakkında benzerlikler az değil. Dinsel taassup ve bilimin gerçekliğine karşı
dini açıklamalar getirme çabaları sürekli karşımıza çıkıyor.
Hemşirenin durumu sağlık açısından ve bilimsel bakış ile
anlama çabası dine ve inanca karşı bir
saldırı olarak algılanıyor.
1860’ların başında bu tartışmaya çok şaşmıyoruz elbette.
Bizi asıl dehşete düşürmesi gereken 2022 Türkiye’sinde şiddete dinsel kılıf bulan toplumsal yapı ve ondan nemalanan politik
iktidar.
Hikayenin derinlerinde ise sadece inancın taassubu yok. İnancın , ailenin yani kutsal ailenin arkasına saklanmış günahlarla da yüzleşiyoruz. Üstelik günahın kurbanı olan kadın çocuklar günahın kefaretini de ödemek zorunda. Günah işleyen erkeklerin cehennemden çıkış bileti de kendilerini feda etmeleri gereken kadınların ceplerinde durmaktadır.
Bu insafsız planlamanın sadece bir filmin senaryosunda ve
geçmişe dair olması içimizi ferahlatmıyor.
Yaşadığımız ülkenin bir bölümü de zamanı ters yönde
çevirmeye azmetmiş bir aklın dinselliği, kolektif baskının bir aparatı haline
getirmesinin altında eziliyor.
Dünyada kadınların en az çalıştığı ülkeler arasında
olmanın siyasal meyvesinin tadından vazgeçmeyenler için bunun anlamı çok yönlü
bir nitelik taşıyor.
Türkiye’de yok olan gencecik kızlar sosyolojik bir pandeminin kurbanı
aslında. Ve bu pandemi maske giyerek değil maskeler sökülerek yok edilebilecek.
Siyasallaşan dinin ve toplumsal önyargıların maskesini
sökmek bu ülke için sağlıklı bir topluma ulaşmanın tek çaresi ve çıkış yolu olacak.
Yorumlar
Yorum Gönder