FİLMLERİMİZ CİCİ DEĞİLDİR ABİLER

 


Film seyretmeye Covid salgını zamanında başladım. Umarım Covid’in bendeki tek yan etkisi bu olur. Seyrettiklerimi illaki 3 dakikalık okumalara dönüştürmeye başlayıp çevremle paylaşınca hemen  onlar da izledikleri filmleri bana anlatır oldular. Burada benim ısrarla altını çizdiğim ayrıntı Türk filmlerinden uzak durmak oldu.

İzlediğim filmlerin yakın tarihli oluşuna özen gösteriyorum. Hal böyle olunca yakın tarihli Türk yapımı filmleri izlesem ne olur diye düşünülebilir. Ama Türkiye’de çekilen filmlerin yaşanan politik ve iktisadi “krize” değinmeden hikaye anlatıyor olmaları benim gözümde  tüm saygılarını yok ediyor.

Bazı zanaatkar yönetmenlerin ülkenin daha sevecen, naif ve makul krizlerle sarıldığı 1970 yada 80’lere hatta 90’lara değen filmleri ise tam bir narkoz etkisi yapıyor. Uzak durmakta fayda var.

Dünya sinemacıları ülkelerinde yaşanan krizleri olumsuzlukları filme çekmekte tereddüt duymazken "2015-2022 Kamikaze/Kaotik  ekonomipolitik" e  dair hala tek bir film görmedik.  TRT ve yandaş sinemacılardan umudumuz zaten yok. Ancak duruşları belirli sinemacıların böylesi ağır hasarı görmezden gelerek film çekmeleri ya krizden etkilenmediklerini yada daha fazla etkilenmemek için kendilerini frenlediklerini işaret ediyor.  

Ülkede gizlenmiş enflasyonla hayat parametrelerinin alt üst olduğu bir dönemde eski şarkılara klip çeken yönetmen/senaristlerin de zaman içinde birer film  nesnesi olacağına kuşkum yok.

Bu tabi parçası olduğumuz   toplumun genel yapısına özgü bir durum. Zaten krizin sebep ve temelleri hakkında geniş kitlelerde bir ufuk olsa krize dair toplumsal algı da bu denli manipule edilemez.

 Batıda ister filme çekilsin ister çekilmesin krizin hesabını ödeyen bir siyaset kurumu var. İspanya’dan Yunanistan’a dek 2000’leri ağır bir buhranla geçiren halklar ne tepkilerini göstermekten geri durdular ne de siyaset kurumunun hesabını kesmekte geciktiler.

Bizde olduğu gibi adeta havaya bakıp ıslık çalarak yarattığı derin  politik/iktisadi enkazdan en ufak bir beis duymamak ancak halk genelindeki biraz da "üretilmiş" apatiden  istifade ederek oluşturulabilirdi.

Bütünbunları bana düşündüren 2021 yapımı bir İspanyol filmi. Gijon’da sonbaharda geçiyor. İspanya’nın okyanusa bakan bu geniş caddeli şehrinde bir ana kızın hayatından kesitlere dahil oluyoruz.

Geliri sıfırlanmış aile, konut kredisi ile aldığı evi kaybetmek üzeredir. Evde yiyecek tek şey annenin yaptığı kurabiyelere inmiştir.  Ekonomik kriz bir kasırga gibi ikisinin üzerinden geçmektedir. Anne kız bir yandan krizin onları mahrum bıraktığı her şeyi nasıl kullanmaya devam ederiz diye çabalarken diğer yandan yeni duruma adapte olmak için türlü çabalar içine girerler. Evdeki satılabilen eşyalar satılır. Kendini daha güvensiz hisseden anne ufak tefek hırsızlıklara bile başlamıştır. Kızın ise bulduğu çözümler arasına bedenini satmak bile girmiştir.Ancak piyasa o kadar düşüktür ki almak istediği bir kitapla sevimsiz bir adama  hizmet yapmak arasında tercih yaptığında bunun pek de değmeyeceğine karar verir. Diğer yandan toka almak için girdiği dükkanda tezgahta oturan Çinli ise bedava verdiği tokalar karşısında kızın telefonunu kapmayı başarır. Ertesi gece ise ufak bir yemek sonrası Çinlinin evine gidilmiştir bile. Ne varki genç görünümlü adam evlidir, çocuğu bile vardır. Ve kıza seninle aramızda ciddi bir şey olduğunu düşünmüyorum diyebilecek kadar da küstahtır. (tanıdık geldi mi!)

Son birkaç dakikasına kadar siyah beyaz akan filmin  anne kız trajedisi annenin küçük hırsızlıklarından birinden dolayı polisler eşliğinde hapse yollanırken  evin de ışıklarının kesilmesiyle son bulur. Renkli görüntüler ise Martin Scorcece’nin de katıldığı Gijon festivalindendir.

Siyah beyaz hayatlara karşı renginden hiçbir şey kaybetmeyenler kendi yaşamlarını hiçbir şey yok gibi sürdürmektedir.Tabii ki renkli hayatların en renklisi ise  kızla aynı adı taşıyan Prenses Elonora’nın da dahil olduğu kraliyet ailesidir.

İspanya politik krizden ziyade bir ekonomik krizi yaşadı ve  tabii ki bugün artık krizden söz etmiyoruz. Aynı durum diğer benzer ülkeler için de geçerli. Bizse asıl sebebi politik olan ve politik/sosyal sonuçları ekonomik sonuçları ile atbaşı giden bir krizin içindeyiz.

Birileri hak etmedikleri kadar renkle dolu hayatlarını sürdürsün diye toplumun en dinamik kesimlerinin hayatları kararıyor ve umutsuzluk giderek hayatın her alanını kaplıyor.

Bizde ise film yönetmenleri/senaristleri birer devekuşu misali politik krizin öncesinden gelen müzikleri, Bergen’i Tatlıses’i Neşet Ertaş’ı meze yaptıkları cici filmlere devam ediyorlar.

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

EPİLOG

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum