KADER DEĞİL DANİMARKA

 




Türkiye’de gençlerin en çok yaşamak istediği ülkeler sıralamasına Danimarka açık ara girer. Çünkü Danimarka Türkiye’nin %5’i kadar bir toprakta Türkiye’nin %10’undan daha az insanın Türkiye’den 10 kat daha zengin olarak yaşamlarını sürdürdüğü bir ülkedir.

6 milyon Danimarkalı 42 bin km2 toprakta  86 milyon Türkiyelinin 800 bin km2 toprakta üretebildiğinin  yarısından daha çok üretime damga vurmuşlardır. Bir başka hesapla; Danimarka’lılara Türkiye kadar toprak verseniz 8  trilyon dolar hasılat yaratırlar ki bu Amerika’yı da Çin’i de katlar.

Bu fantezi dolu mukayeseleri bir kenara bırakıp Danimarka’nın   bu göz kamaştıran performansı nasıl sağladığının ipuçlarını bir filmin detaylarında araştıralım.

Film Fatih Pelle gibi epik bir filme imza atan Billie Augustimzalı. Nobel ödüllü bir Danimarkalı yazarın; Henrik Pontoppidan’ın ciltlerdolusu bir eserinin filme dönüşmüş hali.

Hikaye Jutland’da yani Danimarka’nın görece en az gelişmiş bölgesinde bir genç adamın Kopenhag’ta üniversiteye kabulüyle başlıyor.

Din adamı babasının itirazları ile karşılaşan genç adam için bu, babasına karşı koymanın dayanılmaz çekiciliği ile birleşen bir fırsata dönüşüyor. Dindar babanın hışmı ve kıt kaynaklar içinde beş parasız yollanıyor başkente.

19. yüzyılın bitmesine daha 30 yıl vardır. İnsanlık modernitenin bir çok imkanı ile tanışsa da hala pek çok şeyin yoksunluğunu çekmektedir. Burjuvazinin ete kemiğe bürünerek zenginliğine zenginlik kattığı şehir merkezlerine karşı çeperler fakirliğin kol gezdiği yerler olarak var olmaya devam etmektedir.

Genç adamın hayalleri hırsından, hırsı ise zekasından fersah fersah ötededir. Bu hırsı dizginleyen parasızlık ise onu önce bir lokantanın bulaşıkhanesine, sonra da lokantada berabet çalıştığı garson kızın koynuna sokar. Ama hayalleri bu sade ve mütevazi dünya ile yetinecek gibi değildir.

Şansını sonuna kadar zorlayarak şehrin ve ülkenin en zengin ailelerinden  birine kendini sevdirir. Bir taraftan Danimarka’yı diğer taraftan dünyayı değiştirecek projeleri vardır. Yenilenebilir enerji  üzerine anlattıkları 1870’in Danimarka’sı için ne denli devrimci olsa da bugünün dünyası için o denli tanıdıktır.

Genç mühendisin hırsı ve hayali kadar zirvedeki bir diğer özelliği de toleranstan yoksun gururu; eğilmeyi ve bükülmeyi bilmemesidir.

Bu yönü  bir taraftan zengin ailenin kızına nişan yüzüğünü attıracak kadar ikna edici görünse de projelerini gerçekleştirmek için alması gereken devlet desteğini elinin tersiyle itmesine yol açar.

Evet yanlış duymadınız 1870 yılında bir genç mühendisin projesine destek verip vermeyeceğini değerlendiren bir Danimarka devleti vardır. Bununla da kalmaz Danimarka. İş adamları konsorsiyum kurarlar ve projeye yatıracakları paraya birlikte karar verirler.

2022 Türkiye’sinde böyle fonlanan bir proje gördünüz mü ? Ben bilmiyorum.

Zeki, hırslı ama bir o kadar da inatçı kahramanımızın katı karakteri ile yok olsa da bir başka mühendisin bu planları gerçekleştireceği aşikardır. Danimarka’nın bugünkü zenginliğinin köklerinin bu geçmişte olduğunu anlamamak için insanın anlayıştan yoksun olması gerekir.

Şanslı adamın, yani şanslı Per’in hikayesi başkahraman için hayal kırıklığı ve mutsuzluk ile bitse de ilham verdiği hemen her şeyin yeşerdiğini görürüz.

Örneğin; yüzüstü bıraktığı Musevi sevgilisi enerjisini yetim çocukların eğitimine vererek toplumsal faydanın bazen bireysel trajedilerden doğabileceğini ispatlar.

Şanslı Per’in hikayesini duygu durumunu yönetemeyen bir insanın hikayesinin çok ötesine çıkaran arka plandaki toplumdur. Hızla dönüşen Danimarka’nın bireylerin mutlu yada mutsuz olmalarından bağımsız ortak bir kararın etrafında toplandığı açıktır.

Bu ortak karar her ne olursa olsun biz daha iyi bir toplum olmak için çabalayacağız. Bu bizim için bir tesadüf değil bir tercihtir.

Şanslı Per şansın aptallara güldüğü gerçeğinin bir kanıtı ise Danimarka olayları şansa/kadere bırakmayanların ülkesi olarak bugünlere gelmiştir.

 

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

EPİLOG

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum