"AHLAK" NEDİR NE İŞE YARAR?
"Bazı ruhlar başkalarına sert görünebilir, ama bu
sadece onlar tarafından bilinen, daha derinden ilgilenmenin ve hissetmenin bir
yoludur.”
Marquis de Sade
Tarım toplumuna geçtiğinden bu yana insanlık savaşı ve
çatışmayı hayatının bir parçası durumuna soktu.
Çıkar çatışması insanlığı diğerine zarar vermede 2 Dünya Savaşının ve ardından Atom Bombasının
patlamasıyla zirveye taşıdı.
İnsanın insana zarar verme kapasitesi sınırsız noktaya
geldiğinde artık dünyadaki yaşam bile tehdit altındadır. Engizisyondan modern
zaman hapishanelerine kadar bireyin şiddet ile düzene uydurulma çabası
aralıksız devam etmiştir.
Toplum sözleşmesi
Rousseau’nun bir kavramsallaştırması olarak şiddetsiz bir dünyanın
kapılarını açmak için belki de ilk bütünsel çabayı işaret eder. Ortak yaşamın
kurallarına uyarsak artık şiddete daha az yada hiç ihtiyaç duyarız.
Bütün bu şiddet ilişkilerinin tamamında güç
dengesizliğinden söz etmemiz gerekir. Şiddet zayıf ve güçlü arasındaki
diyalektik var olduğu sürece gerçek anlamını bulur.
Peki şiddet zayıfın güçlüye uygulayabildiği yada en
azından eşitler arası bir ilişkinin işareti olarak da var olabilir mi? Şiddet
tarafların ortak rızasına dayalı bir iletişim biçimi olabilir mi?
Marquis de Sade’i yüzeysel
veya derinden tanıyan herkes için bu sorunun cevabı evet olacaktır. Diğer tarafta
işin ahlaki ve moral boyutu ise daha netamelidir. Sapıklık parantezine sokulan
bir yönelim olarak yaftalanıp dışlanır.
Birbirine zevk vermek için şiddet uygulayan ve bunu
tercih eden insanların kaderi hiç kuşku yok ki en hafif ifade ile ayıplanmak
olacaktır. Ülkemizde LGBT’ye yönelik söylemler düşünüldüğünde Marquis de Sade’i
tartışmak lüks olarak görülebilir. Zaten bir Finlandiya filminden söz ediyoruz.Olay bu kuzey ülkesinde geçiyor.
Köpekler Pantolon Giymez filminin merkezinde bir kalp
cerrahı var. Trajik biçimde eşini kaybeder ve bu kaybı hiçbir kadın telafi
edemez. Kızını tek başına okul çağına getirir. Alfa kuşağı kızın diline
piercing yapma sevdası doktoru hiç tahmin etmediği bir dünyaya sürükler.Marquis’nin
teknikleri ile ikinci bir yaşam süren bir kadının “bize göre” karanlık dünyasında
yazının girişindeki sözlerin hakkını
veren bir deneyimle yüzyüze gelir.
Eşinin trajik ölümü nasıl boğularak oldu ise bu deneyimin
içerdiği şiddet de boğulma metaforu ile
kendini gösterir. Deneyim tek taraflı
değildir. Para için yapılan bir gösteri ise hiç değildir.
Hikaye sertliği yakınlığın bir parçası ve ifadesi olarak
kullanmaktan ve algılamaktan kaçınmayan bu iki insanın arasındaki giderek
yükselen seanslarla devam eder.
Babanın bu deneyimleri devam ederken evin diğer bireyi
yani kız ise büyüme sancıları içindedir. Büyümenin piercing takmaktan daha öte
bir şey olduğunu keşfetme fırsatı verir Babanın savrulmaları.
Doğa Tarihi Müzesi gezmekten daha ilginç uğraşılar vardır
ve bunları yapmak için babaya ihtiyaç olmadığı gibi baba bunun karşısındaki bir
engeldir.
Filmin; Sinematografi,
oyunculuk ve kurgu açısından başarısı hikayesinden gelen genel yabancılaşma
duygusunu uzaklaştırıyor.
Karakterlerin duygu durumlarını dolaysız biçimde yansıtan
ifadeleri belki de filmin sinema dilinin en öne çıkan yönü. Oyunculuktaki
sahicilik filmin en güçlü yanı.
Yine de ne kadar iyi oynanırsa oynansın bu denli zor bir
temanın film olarak hazmedilmesi her
bünye için uygun değil. Ahlakı tırnak içinde “ahlak” olarak algılamadığınız
sürece bu film size sapıklık çukuruna düşmüş insanların zor seyredilen hikayesinden
fazlasını vermeyecektir.
Oysaki yine Rousseau’ya dönersek toplum sözleşmesinin
bina edildiği ahlakın bireysel olarak kurulan bu sıra dışı ilişkinin ahlaksal boyutu ile hiçbir
ilgisi bulunmaz.
Ahlak kuralına aykırı olan birbirine duydukları derinsel
ilgiyi sert bir görünümün ambalajı ile sunanlar değildir.
Ahlaksız olan toplum sözleşmesinde tanımlanan başarısız
toplum ve onunla övünen yöneticileridir :
“İyi yönetilen bir
devlette cezalar azdır.Bunun nedeni bağışlamaların çokluğu değil,suçluların
azlığıdır:Çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol
açar.”
Yorumlar
Yorum Gönder