GÜNEŞİN ALASI HER EVİN ÇİLESİ
Film seyretmenin kitap okumadan daha fazla şey kattığını
düşünenlerdenim. Ama ya bir kitabın filmi ise karşımızdaki. O zaman ne
yapacağız ?
Kayıp Kız veya nedense Netflix’in bize uygun bulduğu ismiyle
Karanlık Kız bir kitap uyarlaması. Venedik’de
senaryo ödülü alan bir film olarak kitap uyarlaması olduğunu tahmin etmemiştim.
İzledikten sonra öğrendim.
Kitabın yazarının adı bilinmiyor daha doğrusu sahte bir
isim kullanıyor. Ama kitap İtalya’da çok ünlü. Pek çok ödül almış. Aslında bir
dörtlemenin parçası Kayıp Kız. “Napoliten
Romanlar” dörtlemesinin son kitabı aynı adı taşıyor.
İtalya’nın en sevilen romanı filme alınınca ödül alması da
aslında şaşırtıcı değil. Romanı bilmeyenler için ufak bir yanıltma var filmin
hikayesinde : Hikaye bir Yunan adasında
geçiyor ki belki romanın yazarının sahte
isim kullanmasına inat adanın adı da sahte. Kitapta ise olaylar doğal olarak
İtalya’da bir adada geçiyor.
Bütün bu ters yüz etme filmin romanla olan ilişkisini çözmek
isteyenler için anlamlı bunun ötesinde çok da önemi olmasa gerek.
Benim Yunanistan’a ve adalara olan özel ilgim nedeniyle
herkesin çatır çatır aksanlı İngilizce konuştuğu bu ada biraz tuhaf geldi
aslında. Leonard Cohen’in Hidra adasına komşu Spetses adasına (filmde Kyopeli)
belki de çokça İngiliz geldiği için halkı bu denli İngilizce yatkınıdır .
Bu biçimsel detayı bir kenara bıraktığımızda filmin bir
yaşlanma hikayesi olduğunu söylemek doğru olacak. Yaşlılık tıbbın gelişimi ile
artık ertelense de arkadan sürekli gelenlerin olduğu bir dünya düzeninde kaçınılmaz
olarak bu duygunun ağırlığı altındayız.
Hatırlanan şeyler arttıkça yaşımız ilerler. Bir diğer
deyişle yaşımız ne kadar ileriyse o kadar çok şey hatırlarız ve çevremizdeki
her şey buna aracı olur.
Hatırlamak kaçınılmaz bir süreç ama bir yandan da
sırtımıza binen ağır bir yüktür. Hele ki hatırladığımız her şey aslında bizim
için unutmaya çalıştığımız şeylerse. Filmde Akademisyen Leda Caruso’nun hayatının son 25 yılının
ilk 10 yılına retrospektif yapan sonrasını pas geçen bir hikaye izliyoruz . Bu
ilk 10 yıla dahil olanlar : bir evlilik, 2 güzel kız çocuğu, hızla yükselen bir akademik
kariyer ve yoğun bir aşk ve ihtirasla kendini gösteren bir aldatma hikayesi.
Bu 10 uzun yılı
hayali Kyopeli adasında geçen bir tatilin sayılı gününe sığdırıyoruz. Sakin
tatilin hiç beklenmeyen bir biçimde geçmiş muhasebesine dönüşümüne şaşırmıyoruz.
Bu defa 2 değil 1 kızı olan bir anne bütün bu hesaplaşmayı tetikliyor.
Kahramanın hayatından ve kaygılarından çok farklı bir
çevrede olmasına karşın her şey tam da kendi
yaşadıkları ile aynı rotada gidiyor. Bütün bunlar bir tesadüf mü yoksa insan
doğasının döngüsel bir yörüngede dönüp
duran halleri mi?
Filme ve romana adını veren Kayıp Kız ise aslında bir
oyuncak bebek. Kitaptaki kaybolma hikayesine kısmen benzese de filmin akışında
bebeğin kaybolması yada bir süre alıkonmasının arkasında yine hatırlamaya dair
rahatsız edici detaylar var.
Kendi çocuklarından esirgediği şefkati oyuncak bebekte arayan bir ortayaşlı
kadın kendini anormal olarak teşhis ederek işin içinden çıkıyor. Film dağılmış
bir halde kıyıya vuran Leda’nın serin denizin onu uyandırması ve kızlarından
biriyle yaptığı sevecen bir telefon konuşmasıyla sona eriyor. Kayıp kız geri
geldi mi?
Kayıp/Karanlık Kız’ı bir roman uyarlaması olarak Venedik’te
ödüle layık gördülerse filmin romanla helalleşebildiği anlaşılıyor.
Mitolojiden çıkış yapan bolca edebiyata yaslanan filmin
kadın olmanın “zorluğunu” yani bir taraftan anne olup diğer taraftan hayatı
yaşamanın imkansızlığını ve bunun insanlık serüvenindeki en karmaşık
süreçlerden biri olduğunu anlatma derdine düştüğünü düşünüyorum. Anacı
toplumdan Ataerkil düzene geçtiğimizden bu yana süren
bir çatışma olmalı bu. Doğanın yasası
anneye çocuklara bakma görevi veriyor ve doğa yasalarına göre yaşayan tüm
canlılar bu kurala uyuyor.
İnsansa ister ateşi çaldığı ister elmayı yediği için
olsun doğanın değil Tanrının/Tanrıların kurallarına göre yaşıyor ve belli ki bu
kurallara uymak hiç de kolay olmuyor.
Yorumlar
Yorum Gönder