İŞYERİNİZİ KİM TEMİZLİYOR?
31 yıllık iş
hayatımın tamamını ofislerde geçirdim. 2 bin kişinin çalıştığı gökdelenlerden
10 kişiyi bulmayan Banka şubelerine kadar bu ofislerde ortalığı hep birileri
temizledi.
Küçük
şubelerde neredeyse Şube çalışanlarından birine dönüşürdü bu temizlik
görevlileri.
Zaman
ilerledikçe giderek temizlik işine yabancılaştı ofisler. Artık kimse temizlikçi
diye bir kadroya sahip olmak istemiyor. Onun yerine sadece temizlik işi yapan
insanları çalıştıran firmalar kuruldu. Bazı şirketler bu firmaları kendileri kuruyor ama yine de bu insanları
ofis işlerini yapanlarla bir tutmuyorlar.
Ekonominin
yada Kapitalizmin kar odaklı dünyası için gayet normal bu bir yönüyle.
Yine de
sistemin bu az görünen parçaları genel
olarak zaten dışlanmaya eğilimlilerdi. Ancak dönüşüm bu dışlanmanın merceğini
daha da büyüttü.
Türkiye’de
son zamanlarda yaşanan ekonomik kriz
memurundan amirine tüm beyaz/mavi yakalıları, vurdu . Yine de bu krizde dahi sistemin en
alt noktasında hep bu temizlik işlerini yapanlar yer almaktadır.
Konumuz
Türkiye’nin bu istisnai dönemi değil. Sonuçta filmimizin baş kahramanı temizlik
işi yapan insanlar.
Onlar
Türkiye’de yaşamasalar da krizlerden hep en çok etkilenenler. Sistemin
giderek katılaşması eğitimi kısıtlı ve imkanları dar insanlara hayatı
zorlaştırıyor.
Fransız bir
gazeteci için bunu en iyi anlamanın yolu bizzat bir temizlik görevlisi gibi
görünerek onlarla beraber zaman geçirmek olmuş. İyi çekilmiş bir filmle sinemaya aktarılan bu çok satan kitabın kahramanlarının tamamı hayatlarını kazanmak için en kısa sürede en çok temizliği yapmaya çabalıyor.
Kendi gibi
bir temizlikçi iken temizlikçilik eğitmeni olmayı başarmış bir eğitimciye
rastlıyoruz filmde. Ve onlara ilk şu dersi veriyor:
“Büyük bir
olasılıkla size kimse merhaba bile demeyecek. Ama sizin için ilk ders Merhaba
İyi Günler Teşekkür Ederimi öğrenmek olmalı”
Bu yakıcı
diyalogla ilerleyen filmin kahramanı gazetecinin gerçek bir temizlikçiden
farksız hayatına tanık oluyoruz. Yapılan işi beğenmeyen ve emeği sömürmeye
yeltenen işveren tarafından işten atılınca yol arkadaşı ile birlikte kendini
tüm temizlik işlerinin en zoru olan Caen limanında İngiiltere’ye yol alan
feribotların temizliğinde buluyor.
Sabahın kör
karanlığında başlayan iş için gideceği yolun uzunluğu kimsenin umurunda değil.
İşe gelmek ve işe zamanında gelmek zorundasın. Aç kalmamak için buna mecbursun.
İşçilerle
dostluğunu onların günlük hayatlarına da dahil olacak kadar geliştiren yazarın
bu zor işi zor hayatlardan çıkarak yapan insanların güvenini tereddütsüz
kazandığı hikayenin bir anında sahte temizlikçi yani gerçek yazar ifşa olur. Bu en yakın arkadaşının gözünde
ihanettir, aldatmadır. O bu durumu hiçbir zaman affetmezken diğerleri için anlatılan hikayenin
hayatlarına dair olması kafidir. İmza gününe giderken kitaplarını kendileri
alacak kadar da saf ve pazarlıksızdır onlar. Kendi hikayelerini bile parayla
satın alacak kadar. (Bana bu sahne Soma faciasında yaralı madencinin sedyeye
ayağıyla basmama inceliğini anımsattı.)
Sonuçta
plazalarda, Banka Şubelerinde, ofislerde, otellerde, sokaklarda varlıklarını
bile fark etmeden kendi kocaman dertlerimizin ağırlığı ile umursamadığımız insanlara
dair bir hikaye bu. Türkiye’nin herkesi buldozer gibi ezen krizi içinde belki
de bu umursamazlık daha da artıyor.
Yine de ister
burada ister dünyanın herhangi bir köşesinde selamımızı esirgediğimiz
temizlikçilerin zor hayatları ve zor işleri var. Bunu anlamak için onlarla
birlikte temizlik yapmak zorunda değiliz. Bunu bizim için Florence Aubens yapmış.
Yorumlar
Yorum Gönder