PRUSYA ORMANLARINDAN YAĞMUR ORMANLARINA YOLCULUK
Pandeminin hayatımıza vurduğu darbelerden biri de konserlerden uzak kalmamız oldu.
Türkiye ve özelde İstanbul’un diğer nesneleri tüketim
kapasitesine nazaran sanat tüketimi zaten
yetersizdi. Pandemi bunun neredeyse tamamen yok oluşu manasına geldi.
İstanbul gibi metrekaresi
10 bin dolara ev satılan bir şehirde bu kadar az konser salonu olması
bazı şeyleri yanlış yaptığımızın en büyük göstergesi. İstanbul’da tam 147 AVM var. Buna karşılık
dünya standardında konser salonu 2 elin parmağını geçer mi emin değilim.
Üstelik bunların birazı da AVM’lerin sığıntısı şeklinde.
Bu iç sıkıcı girişi aslında heyecan verici bir konser
izlenimi yazısının önüne koymam haksızlık biliyorum.
İlyun Bürkev’in daha İstanbul’da tek bir AVM yokken inşa edilmiş
Süreyya Opera Sahnesindeki konserinin ışıltısı ile bu gri tablo pek uymuyor.
Farkındayım.
Yine de bu tezatın altını kalın kalemle çizmezsek
geleceğe bırakacağımız dünyaya dair de o
kadar umutlu olamayız.
Gülsin Onay gibi
bir anıt sanatçının öğrencisi olarak piyanonun üzerinde uçuşan parmakları kadar
dünyaya dair algısının da son derece gelişkin olduğunu anlıyoruz İlyun’un . Konserin sonuna sakladığı Wind –Rüzgar bestesinde
yağmur ormanlarına dair endişesini müziğe dökmüş çünkü.
İlyun Bürkev’in konser programı piyano repertuarının
klasik diye adlandırılacak baş yapıtlarını içeriyordu.
Bach’la başladı. Prusya ormanlarında henüz daha endüstri
devriminin ayak sesleri duyulmamışken
zanaatin ağırlık bastığı günlerde Brandenburg Sarayında çınlayan İyiDüzenlenmiş Klavye’nin şarkısını duyduk.
Bach için Tanrının sesi denir. Haksız da değildir bu
tanım. Ama Bach başlangıçsa Mozart devam ve devinimdir.
Bach’tan Mozart’ın yine devrimler çağının henüz öncesine
denk düşen müziğine yolculuk yapıyoruz. Mozart’ın yine İmparatorluk Çağının
bizim de için de tarihe not düştüğümüz zamanlarında notaya döktüğü 11 Numaralı Sonatı yani Türk
Marşını da içeren eseri ile modern çağlara köprümüz kuruluyor.
Fransız devrimi olmuş dünya değişmeye doğru
evrilmektedir. Chopin Paris’in bu yeni ama yorucu dünyasıyla başa çıkmak için
kimi zaman melankoliye varan bestelerle
karşımıza çıkar. Noktürn tam da bunun zirvesidir. Hüzün yeni bir duygudur. Ve
bundan sonra bizi hiç bırakmayacaktır.
Çoğunluğun düğün marşının bestecisi olarak bildiği benim
içinse 4 Mevsimin Bestecisi Vivaldi’yi tarihin tozlu rafından çıkaran kişi olan
Mendelssohn ise modern çağların artık iyiden iyiye yerleştiğinin habercisidir.
Beethoven Patetik ise konserin yüzük taşı olarak kayda
geçti. Mozart ve Bach’ın ancak 3 eli olan birisinin çalabileceği bir
eseri önüne koyduklarında Beethoven’in
burnunu da devreye sokarak işi çözdüğü rivayet edilir. Bu dahi adamın
müziği 20. Yüzyılda ve 21. Yüzyılda her
ne oldu ise ona dönüştürdüğünü söylemek abartı değildir. Caz’dan Rock’a pek çok müzik türünün nuvesinde Beethoven
devrimi vardır.
Devamında tekrar Chopin’e döndü ve kısa ama sarsıcı 4. Etüd’ü ile bir taraftan virtüözitesini sergiledi İlyün Bürkev, diğer tarafta
piyano eserini dinlerken her zaman
uyanık olmanın önemini hatırlattı. Pazar sabahı kendini yanlış yerde düşünenlerin
koltuklarından hafifçe sarsılmasını sağladı.
Konserin devamında aynı zamanda bir virtüoz olan Liszt’di.
İstanbul’da kalmış olan Liszt’in Etüd ile tezat melodisi biraz yorulan ruhumuza
dinginlik verdi.
Konserin bestecilere ayrılmış bölümümünün sonu Schuman’la gelir. Mendelson ve Liszt gibi 40’lı yaşlarda dünyaya veda etmiştir
Schuman da. Bu da konserde çalınan besteciler arasında ilginç
bir paralellik olarak akla gelir. Evet bestecilerin en kısa
fiziksel ömre sahip olanlarının seçimi bu büyük sanatçılara duyulan saygının da
dolaysız yansıması olmalı.
Ve konserin sonunda İlyün Bürkev’in kendi anlatımıyla
tarif ettiği yağmur ormanlarının yitimine ve genel olarak dünyanın gidişine dur
deme amacını öne çıkaran Wind isimli
eserle geldi. Beste de çok başarılıydı. Ama onun da ötesinde “dünya bir orkestra ve
insan onun şefidir” diyen Bürkev’in sadece yetenekli değil aynı zamanda
yaşadığı dünyadan da fazlasıyla haberdar bir dünya insanı olduğuna tanık olduk.
Bach doğduğunda
yani 1685 yılında dünya bambaşka idi. Bugün ondan tam 336 yıl sonra
dünya bir çok tercihi yapmak zorunda.Üstelik bu tercihlerin pek çoğu zorunluluk
hükmünde.
Dünya, şefinin (İlyun’un deyimiyle insanın) baretini
düzgün sallamaması durumunda büyük dertlere düşecek. İlyun Bürkev’in çok uzun
yıllar piyano üzerinde gezinen parmakları her renkten, dilden , milletten
insana Bach’dan Mozart’a müzik
ziyafetleri sunacak. Bütün bunlar için sadece yeteneğini geliştirmeye değil maviliğini
koruması gereken bir gezegene de ihtiyaç duyduğunu en iyi o biliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder