DİRİLİŞ SHANGRI-LA

 


Shangri-La’nın manasını anlamak için 2017 yapımı birfilmi izlemem gerekiyormuş. Aslında izlemek de kafi değil. Sonrasında araştırmak gerekti.

Var olmayan bir şehirmiş  Shangri-La.

İstanbul’un olanaksız bir noktasına  konuşlanan otel adını var olmayan Eldoradovari bir yerden alıyormuş.

Meğerse İngiliz yazar James Hilton’un hayalgücünün eseri, “bir dünyada cennetin” adıymış bu otelin esin kaynağı.

İstanbul’un en pitoresk noktasında otel kurmak yetmemiş bir de bize düşsel bir cennetin adıyla seslenmiş bu işi yapanlar.

Açıkçası Shangri-La otelin gezi olaylarından sonra hayata geçtiğini biliyorum.  Bu noktaya otel kondurmanın ne denli zor olduğunu, üstelik otelin kamusal hayatı nasıl zorlaştıran bir şekilde çevresine müdahil olduğunu düşündüğümüzde yapanların  cennetle çok yakın irtbatlı olduğunu düşünmek de olası.

Konu Shangri-La’ya nasıl geldi?

Dünyanın bir ucundaki Çin’den İstanbul’un Beşiktaş’ına nasıl geldik anlatmak lazım.

Filmimiz bir anime.

Tarantino’nun Ucuz Roman ve Rezervuar Köpekleri’nin Çin’de geçen , animasyon versiyonu desek de olur. Yani oldukça sert adamlar içeren sert bir öykü.

Hikaye Tolstoy’un Diriliş’inden şu pasajla açılıyor

“Küçük bir yerde birkaç yüz bini bir araya gelmiş insanlar, üzerinde toplandıkları toprağı ne kadar bozmaya çalışmış, hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş, taşların arasından uç veren otları yolmuş, ortalığı kömür ve petrol dumanına boğmuş, ağaçların orasını burasını kesmiş, tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı.

İstanbul’un 2021 peyzajında fazlasıyla tanıdık gelen bu betimlemeyi gördükten sonra hikayede ne anlatılırsa anlatsın inanmak ve her anını hazmetmek için fazlasıyla sebebimiz var aslında.

Pandemi öncesinin üretim çılgını Çin’inde insanların hayatlarını sürekli üretmeye, inşa etmeye ve bunu yapmak için maddi varlıklarını sürekli büyütmeye vakfetmeleri   bizler için de fazlasıyla tanıdık.

Peyzaj aynı ise insanlar ve ilişkiler de aynı olacaktır.

1 milyon Won’un peşinde birbirlerinin canına okuyan bir grup insanın kaderini birleştiren kapitalizmin en neo ve en liberal ve vahşi versiyonunu iliklerine kadar hissettikleri bir dünyanın parçası olmaları.

1 Milyon Won’a bir an da olsa sahip olduğunu sanan anti kahramanların hayalinde ise Shangri-La var.  Belli ki insanlar cennete dair tasavvur konusunda fazlasıyla birbirine benziyor.

Üstelik bir roman imgesi olan Shangri-La’yı sahiplenerek Turist toplamaya çalışan şehirler de ortaya çıkmış zaten.

İyi Günler’in aslında tek güne sığan 70 dakikalık hikayesi yönetmenin yetenekli bakışı ile bir film-noir ve toplum eleştirisi olarak hafızada yerini alıyor.

Estetikle güzelleşmeye çalışırken elindeki güzellikten olan sevgilisini kurtarmak isteyen iyi yürekli bir adamın açılışını yaptığı suç kapısından birer birer podyuma giren kahramanların her biri aslında yetmeyen kaynaklardan alabildiğince fazla tüketmeye çalışmanın ihtirasına kapılmışlar.

Diğer yanda parası çalınan mafya babasının ise bir taraftan bu suç denizinin en büyük gemisinin kaptan köşküne otururken diğer yanda felsefenin derinlerine dalması ise sözün uçuculuğuna  dair aklımızdaki tüm tereddütleri gideriyor. İstediğiniz kadar konuşabilirsiniz, son sözü hep para söyleyecektir.

Her haliyle sonuna dek Çinli bir animasyondan Beşiktaş sahiline varacağımı ise hayatta tahmin etmezdim.

Dünyanın en güzel su yolunun kenarına konuşlanmış dünyanın en mantıksız insanları biz olabilir  miyiz.

Selçuk Altun’un deyimiyle Anti-Ülke’ye dönüştürdüğümüz bu şehirde gözünün önündeki cenneti görmeyip Shangri-La isimli varlığı belirsiz, gölgesi Çin anakarasının derinlerinde bir yokluğa özenmenin başka ne açıklaması olabilir.

İstanbul’u tam da Tolstoy’un söylediği üzere; “toprağı  hiçbir şey yetişmesin diye taşlarla doldurmuş olmasak oteli kuranların aslında Boğazı Shangri-La’ya benzettiklerini düşünürdük.  Oysa giderek keşmekeşi çoğalan  , birer Transformer’a benzeyen heyula gökkafeslerle manzarası dönüşen bu şehir giderek Asya’nın derinlerinde kendine  ilham arayacak hale geldi bile.

Düşüncem o ki Shangri-La yok oluşun eşiğindeki Marmaraya bağlanan Boğaz’ın kıyısında bulamadığı Cenneti binlerce kilometre öteden getirmeye çalışıyor.

Kötümser bir filmden iyimser mesaj çıkarmak zor. İstanbul hala güzel ama geleceği için aynı oranda ümidimiz var mı?

Tolstoy’un  daha 20.yüzyılın şafağı sökmeden yaptığı uyarıyı aklımızda tutmamak için hangi gerekçeye sığınmalıyız.

“ tüm hayvanları ve kuşları kaçırmış olsalar da bahar, kentte bile yine bahardı”

 

 

 

 

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

EPİLOG

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum