MEVLANA NORVEÇ’TE

5 milyar yaşında bir güneş sisteminin içinde azami 80-100 sene yaşayan akıllı bir varlığın en ağır zaafını devlet, din , aile ve bilumum toplumsal yapılar çoktan keşfetmiştir aslında. İnsanın varoluşsal dertlerinin en büyüğü suçluluk duygusudur. İyi davranırsak iyi vatandaş olur, cennete gideriz, ailemiz bizi çok sever, işimizde ve çevremizde başarıya ulaşırız. Kötülüğü bırakın yapmayı aklımıza bile getirmemeliyiz.Zaten insanın en büyük yargıcı vicdanı değil midir.Hal buysa kötülüğü düşünmemiz bile kafidir cezayı yememiz için.

 Peki iyi nedir? Kötü nedir?Buna kim karar verecek?

 Çağlar boyunca iyinin hegemonyasını eline alan hakim güç insanı iyiye tabi tutmak için elinden geleni ardına koymamıştır. Tabii ki insanın o meşhur tarım devriminden sonra kurduğu düzenden bahsediyoruz. Köyler, kasabalar, şehirler, prensler, krallar, padişahlar, şeyhler, rahipler, papalar . İlkel komününden yani köyünden çıkan insanın sınıflı topluma adım atmasıyla dönmeye başlayan çark tarihin son 5 bin yılını insanlık için en heyecanlı ve de ızdırap verici dönem olarak kayda geçirmiştir. İnsanlığın son 5 bin yılı onun toplumsallaşmasının hikayesidir özünde. 

Bu toplumsallaşmanın kenar çizgileri çizilirken insanın zaaflarının en alenisine , korkularının en derinine oynamak işin en kolayı olmuştur hep. Ekonominin kıt kaynak kuralı içinde herkesi yerli yerinde tutabilmek için otorite en büyük çabayı harcamış ve insanı kötülükten uzak tutacak en basit metodu uygulamıştır: Ceza ve ödül. 

Toplum kendi tutarsızlıklarını dönüştürmek yerine daha kolay yolu yani bu tutarsızlıklarının bedelini bireylere ödetmeyi tercih etmiş , yapabildiği sürece de bunu devam ettirmiştir. 

Ümit Hassan hocamın sözünü hiç unutmam: “İlkel komünal toplumda mapusane çeşmesi yandan akmazdı. Çünkü ilkel toplumda mapusane yoktu!” Foucault’nun da hapisane üzerine yazdıklarını eklediğimizde resim tamamlanır aslında. 

İnsanlığın dinle ilişkisi bu durumun canlı örneği olarak tarihe kaydolmuştur. Hangi din olursa olsun taassubu canlı tutmak için insana kötü olduğunu ve bundan kurtulmanın tek yolunun kendini istenilen düzene uydurmak olduğunu söyleyerek baskısını ve gücünü kurmayı başarmıştır. Engizisyon rahiplerinden Talibana kadar en uçlarını tarihte ve günümüzde gördüğümüz bu düzenin bu uçlar arasında da varlığını ve izlerini sürdürdüğünü , özellikle aile kurumunun burada en fazla rol aldığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. 

Din insanlara ödül ve cezayı en dolaysız garanti eden kurumdur çünkü. Tabii ki toplumsal baskı gücünü sadece dinden almaz ama bireylerin ruhunda en çok etkiyi dinle özdeşleşen suçluluk duygusu yaratır. İnsanlığın başına gelen doğa felaketlerinin sorumluluğunu kendi günahlarında gören hikayesinin bugüne uzanan izdüşümünde artık bilimin izah ettiği doğa olayları için suçluluk duymak büyük oranda arka plana atıldı.Ama insanın küçük dünyasında felaketler hiç bitmiyor. Ve bunlar için kendini yiyip bitiren pek çok kişi var. 

  Thelma filminin gerilimli, doğa üstü hikayesinin arka planındaki fikir aslında insanlığın Einstein’in deyimiyle atomu bile parçalamayı başarmışken bir önyargıyı aşmayı başaramayan yetersizliğinde gizli. Thelma filminin ana karakterinin yani Thelma’nın yaşadığı kötülüklerin kendi suçu olduğuna olan inancının da arkasında dindar babasının onu kötülüğün kendi içinde olduğuna ikna etmesi vardır. 

Thelma’nın zihninden geçen tüm kötülükler gerçek olmaktadır. Bu Thelma’nın suçudur çünkü o kötü şeyleri hayal etmiştir. Ön yargılar ve insana dair olan her şeyin doğal olduğuna dair duyulan kuşku insanın içini oyan ve onu kendisine düşman eden kavramlar olarak varlığını sürdürür. Sadece dinin değil onu kurumsallaştırıp donduranların uzun yüzyıllar boyunca uğraşlarının, devlet mekanizmasıyla beraber başarısıdır bu. Aile ise bu alanda baskıyı yeniden üreterek rolünü oynar. 

2017 yapımı Norveç filmi Thelma’yı izlerken insanlık tarihi boyunca insanı kendi olmaktan alıkoyan her şeyin insanı tükettiğine bir kez daha şahit oluyorsunuz. Buna din deyin, devlet deyin , kutsal aile deyin fark etmez.

İşin sırrı sevgidir ve sevginin olmadığı her şey aslında insanı yakan ateşin kendisidir. 

Mevlana’nın diliyle söylersek eğer :

 “Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; 
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme. 
Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi, 
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.”

Yorumlar

POPÜLER YAYINLAR

EPİLOG

SİGARA NASIL BIRAKILIR YADA 8.035 GÜN NASIL ARA VERİLİR

Her şeyi Bitirmeyi Düşünüyorum