YA SOSYALİZM YA BARBARLIK
Afganistan’da yaşananları bir bilim kurgu filmi gibi izliyoruz.
1989’da Berlin Duvarı yıkıldığında Üniversite öğrencisiydim. Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” isimli kitabıyla bu yeni dünyayı selamlıyordu.
1991’de doğanların 30, 10 yaşında olanların 40 yaşında , 40 yaşın üstündekilerin adamdan sayılmadığı bir ortamda 1991’de şunlar olmuştu diye konuşmak risk aslında.
Yine de bu riski alıyorum.
1991’de üniversiteyi hem de ODTÜ’de bitirmiş olmama karşın bir defa dahi bilgisayar tuşuna basmamıştım. Hatta bir arkadaşla girdiğimiz bilgisayar odasından acaba bilgisayarları bozduk mu diye topuklayıp kaçtığımı hatırlıyorum.
Tam 30 yıl içinde dünyanın nasıl değiştiğine hepimiz şahidiz.
Kocaman bir dünya mı yoksa global bir köy mü kafamız karışık.
Fukuyama 1991’i Tarihin Sonu diyerek selamlarken kastettiği 19.yüzyıl ortalarından bu yana dünyayı kaynatan bir çatışmanın sona ermesiydi aslında.Fukuyama’nın sona erdiğini söylediği tarih Kapitalizm ve Sosyalizm arasındaki mücadelenin tarihiydi.
1991’e eski deyip tarihi 1850’ye ayarlamak kimilerine tuhaf gelse de aslında Fukuyama da gayet iyi biliyordu hikayenin aslında 1850’lerde ateşlendiğini.
Hoş Sosyalizmin tarih öncesi deyince çok daha öncesinden başlayan bir mücadeleden bahsedilir. Yine de biz Marx’a ve Avrupa’da yoğunlaşan çatışmaya odaklansak çok da yanlış olmaz.
İnsanlığın dünyayı ideoloji ile dönüştürebileceğine inandığı yaklaşık bu 150 yıllık tarih kesiti için söylenecek çok şey var. Yine de özetin özetini çıkarırsak 2. Dünya Savaşından sonra iki kampa ayrılan dünyanın bu iki farklı ideolojiyi savunan iki güçlü devlet arasında bölündüğünü söyleyebiliriz.
Bu bölünmenin sona erdiği, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin sponsor olduğu sosyalizm kampının dağıldığı tarih yani 1991 Fukuyama için bu yönüyle tarihin sonuydu.
1850’de ısınmaya başlayan sosyalizm/kapitalizm çekişmesinin yaklaşık 100 yıl sonra başlayan soğuk versiyonu 50 yıldan biraz az sürmüştü.
ABD-SSCB’nin silahların ısısını az hissettiği bu süreç bugünlerde uluorta dillendirilen vekalet savaşlarının gerçek anlamda yaşandığı yıllardı.
Amerika nasıl Vietnam’la sıcak savaşırken aslında SSCB arka plandaysa, SSCB de 1970’ler biterken kendini tam da Vietnam’a benzer biçimde Afganistan savaşının içinde bulmuştu.Amerika Birleşik Devletleri de Afganistan’da o zamanın Talibanı; Mücahitleri Sovyet yanlısı rejime karşı desteklemiş, Sovyetleri Afganistan’ı işgale zorlanmış ve sonunda Sovyetler Birliği’nin devasa gücü bu çatışma içinde erimişti.
Sovyetler Birliği dağılmasını pek çok başka faktörle beraber Amerikanın 1980’lere girerken başında olan eski Western aktörü Reagan’ın Afganistan’daki bu agresif politikasına borçluydu.
Hristiyan Amerika Dinsiz Komünistlere karşı Müslüman Mücahitlere destek vermişti.
Tabi Amerika işini bitirip Komünizmi ve Komünist devleti tehdit olmaktan çıkardıktan sonra tüpten çıkan diş macununun tüpe geri gireceğini hayal etmek en hoşgörülü ifadeyle saflık olacaktır.
11 Eylül 2001’de Newyork’u sarsan uçakların yolculuklarına aslında 1979’da Afgan dağlarında başladığını öngörmek için sadece bu kısa dünya tarihinden haberdar olmak kafi.
Peki bütün bunlardan biz nasıl ders çıkarmalıyız.
Üniversite’de (hemen) her ODTÜ’lü gibi ben de fazlasıyla sola yakındım. Yine de Sovyetlerin Afganistan’ı işgaliyle ABD’nin Vietnam Savaşı arasındaki benzerliklere dair bir ödev hazırlamıştım.
Bugün bu ödevi hazırlayan bir Üniversite öğrencisine şu soruyu sorardım.
Her ikisi de soğuk savaşın iki büyük gücüne karşı mücadele etmiş bu iki ülkeden hangisi bu zaferden ülkesine fayda sağlamış?
Bu sorunun cevabını bugünün Kabil’ini ve Bugününün Saygon’unu kıyaslayan herkes verebilir.
O zaman daha doğru soru şudur:
Vietnam Savaşı nasıl bitti de Afganistan Savaşı neden hala bitmiyor?
Dünya tarihinin son 50 yılında yaşanan bu paralel öykülerin birbirine benzeyen ve ayrışan yönleri için kimsenin Uluslararası İlişkiler uzmanı olması gerekmiyor.
Kapitalizm ve Sosyalizm arasındaki çatışmada kazanan birincisi gibi görünse de asıl yenilenin dünyadaki adalet duygusu olduğu su götürmez.
O zaman bu yazının başlarında sosyalizmin tarih öncesi diyerek dudak büktüğümüz gerçeklik üzerinde tekrar düşünmemiz yerinde olacaktır.
Kapitalizmin yendiği rakibin de aslında sosyalizm olmadığı gerçeğini aklımızda tutmalıyız. Tarihin geri dönüşüm kutusuna gidenin sosyalizm adına yürütülen dikta rejimleri olduğunu söylemekten geri durmak için çok fazla nedenimiz yok.
Ya Sosyalizm Ya Barbarlık tam da bu yüzden basit bir slogan değil tarihin kırılma noktasında karşımıza çıkan bir yol ayrımını göstermektedir.
Barbarlık sosyalizmi yıkmak için yapılan çabaların gecikmiş bir sonucu olarak Kabil Havaalanında tüten dumanlarda kendini gösteriyor. Sosyalizm ise bundan 30 sene önce yıkılan duvardan özgürlüğünü kazanmış bir varoluş olarak insanlığa birlikte, ortak ve doğayı tüketmeden yaşamın imkan dahilinde olacağına dair inancımızı güçlendiriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder