RASTLANTISAL MASKELİ ÖRÜMCEK KUŞU
Bir maskeli örümcek kuşu ile yolda karşılaşma olasılığım herhalde maske, örümcek
ve kuşla ayrı ayrı karşılaşma olasılığımın milyonda biri olsa gerekti. Ama
Çeşme’nin Ildır köyünde antik Yunandan emanet Tiyatro ve Tapınağı içeren sabah
gezmemin süresi öyle bir zamana karşılık geldi ki bu imkansız olasılık gerçek
oldu.
Sarı toprak yoldan otların arasına doğru hareketlenen canlının aslında bir
kuş olduğunu fark etmem ve bu kuşun sekerek ancak bir ottan diğerine varabilmesi
bu rastlantının biraz daha uzun süreceğini gösteriyordu. Uçamayan tek kuş
Emu’ydu ve Emu’lar Avustralya’da yaşıyordu. Emu olmadığına göre başı dertteydi
bu Tanrı kulunun.
Serçe kadardı ama serçe değildi. Uzun gagası ile parmağımda
çuvaldız etkisi yapan dokunuşları hiç de dost canlısı olmadığına delaletti. Yine
de kedilerin, köpeklerin cirit attığı bu alanda şansı yaver gitse ve onlara
yakalanmasa bile karnını kendi başına doyuracak hali de pek yoktu. Arkadaşlarım
beni doğaya müdahil olmakla itham etse de ben onlara iştirak etmedim ve küçük
bir karton kutuda dönüş zamanına değin misafir ettim bu ne kuşu olduğunu
bilemediğim canlıyı.
Aslında doğanın dengesine zaten yeterince müdahele
edilmişti. Belki bir evin camına çarpmış, belki de kuşların seri katili
insanların sevgi pıtırcığı bir kedinin saldırısından kırık bir kanatla çıkmıştı.
Doğanın dengesi için yapılacak şeylerin sonuncusu bu kuşu kendi halinde ölüme
bırakmak olacaktı.
2 günlük kutu hayatında çocukluğumda en sevdiğim
faaliyetlerden olan çekirge avı günlerine dönüp yakaladığım çekirgelerle gıda
ihtiyacını karşılamayı akıl ettim. Yine de uzun İstanbul yoluna çıkmadan önce
yeterince çekirge yakalamamış olmam bir hata oldu. İstanbul’a dönüşte
Baytarların Efendisi sevgili Talat Gülbay’a durumu izah ettiğimde bana doğru
adresi vereceğinden şüphem yoktu. Nitekim Nilay Tezsay’ın iletişimini bana
verdiğinde artık kuşumun cinsini öğrenmeme de az bir zaman kalmıştı.
Nilay Hanım’ın hayvanların ülkemizde maruz kaldığı “fena durumlara” karşı kurulan bir
ağın önemli bir parçası olduğunu da bu vesile ile öğrendim. Kendisinin en büyük
sıkıntısı da burada kaldıramayacağı kadar çok yükün altına girmek durumunda
kalması. İstanbul’un bütün martılarını, kargalarını, kirpilerini, güvercinlerini
tedavi etmek için insanın süperman/woman olması gerekir. Bu da ancak filmlerde
olur. Yine de Nilay Hanım bu ufacık kuşu tabii ki bir yük olarak görmedi.
Aradığımda hemen getirebileceğimi söyledi.
Bense açlıktan ölebileceği endişesiyle kuşu teslim etmeden ona yine çekirge avlamak gerektiğini düşündüm.
Bu vesileyle şehrimizin kırlarında yaşayan çekirgelerin de en az kuşlar kadar
korunmaya muhtaç olduğunu anladım. Koşuyolu’ndaki Validebağ Korusunda dahi zar
zor birkaç çekirgeye rastladım. Belli ki çekirgeler betonlaşmış şehirlerde
yaşamıyordu. Bu naif çabam nedeniyle uzayan teslim süresi Nilay Hanımın bile
meraklanmasına yol açtı ve talihsiz 2 küçük çekirgeyi kuşa verip Nilay Hanıma
yollandım. Tabi Nilay Hanım bir çok kuşa bakmaktaydı ve çekirge değil ama un
kurdu ile gerekli yemek servisini yapmaktaydı. Naifliğim nedeniyle biraz utansam
da hayatımda ilk defa böcekçil bir yaban kuşu ile bu kadar içli dışlı olmuştum.
Mazeretim vardı yani.
Sonrasında kuştan haberler geldi. Kelebek kanadına
benzeyen kanatları herhangi bir operasyonun yükünü kaldırmaya uygun değildi. Ama
un kurtlarıyla beslenen bedeni güçlenmiş ve kısa uçuşlara imkan verir olmuştu.
Maskeli Örümcek Kuşuydu türü de. Erkek mi dişi mi belli olmasa da ben bana sert
sert bakışlarından bir erkek olduğunu düşünmüştüm. Nilay Hanımın doğa ve
ekosistem için kaygıları kuşun mümkünse bulunduğu yere geri götürülmesini
tavsiye ediyordu.
Maskeli Örümcek Kuşları dünyayı dolaşmasalar da Balkanlardan
Mısıra uzanan bir göç yoluna sahipti. O yüzden İstanbul’da elimizde kalan son
doğal rezerv olan Kuzey Ormanlarında, mesela Polonezköy’de de doğayla
buluşmasında sakınca yoktu.
Şimdilik Nilay Hanımda konukluğu devam ediyor kısaca
MÖK’ümüzün. Yine de bu küçük kuşun bana öğrettikleri için şükrediyorum. Hem iyi
bir jazz vokalisti de olan Nilay Hanım’ın İstanbul’da giderek yaşam alanı
daralan asli sakinler için yaptıklarından hem de doğa için yapılacak/yapılan
çokça faaliyetten haberim oldu.
MÖK ile rastlaşmam bir imkansızın
tezahürüydü.Einstein “rastlantılar tanrının anonim kalma yoludur” der. Tam da bu
yüzden rastlantı diye bir şey yok aslında sadece yolda karşılaşanlar var.
Yorumlar
Yorum Gönder