KAPİTALİZMİN ŞAFAĞINDA BİR HİKAYE
Modernitenin şafağında Amerika doğasının talanı için 7 iklim
4 kıtanın rekabet içinde olduğu yıllardayız. Talan doğru kelime. Yüzyıllarca
Kızılderililerin aklına gelmeyen ne varsa beyaz adamın aklında. Sadece altın
değil, kunduzlar, sincaplar, kemirgenler, kürkü değerli tüm canlılar hedefte.,
Kızılderililerin doğaya paralel yaşam tarzının ineklere bile
ihtiyaç duymayan kültürü neredeyse tarumar olmuş durumda. Dillerini bile
öğrenmeye tenezzül etmeseler de belki de rehberlik kabiliyetlerinden
yararlanmak için şeflerini evlerinde konuk edebiliyorlar. Alt sınıf ise çoktan
hizmet işlerini yapmaya başlamış. Bu toplumsal tablonun alt yapısı yani
ekonomisi ise doğa kaynakları ile mücadele eden avcılardan oluşuyor.
Avcıların bu sert işleri görürken karınlarını doyurmak için
bir aşçıya ihtiyaç duymaları ve sırf bunun için bir ahçıyı yanlarında
taşımaları ise o günlere dair ilginç bir detay. Üst sınıf için değil bizatihi
ekonomik aktivitenin içinde olanlar için ahçılık yapmak 19.yüzyılın başları
gibi erken bir tarihte şaşırtıcı geliyor.
Diğer taraftan
kahramanımız yemek yapmanın sanatsal yönünü keşfetmiş ve bunu yaşama karşı naif
duruşuyla da kanıtlayan bir karakter. Hikayenin diğer kahramanı ise gezginliği
yaşam biçimi haline sokmuş bir sarı benizli.
Çinli kahramanımız 9 yaşında başladığı yolculuk serüvenine
Avrupa’yı Asya’yı Afrika’yı dahil edebilmiş. İkilinin yolu Amerika’nın rekabet
dolu dünyasında kesişiyor. Birinin ahçılık yeteneği diğerinin hayal gücü
kesişince ortaya damak çatlatan bir kurabiye çıkıyor ve kısa sürede bu erken
modern dünyanın içinde moderniteye göz kırpan bir başarı hikayesi doğuyor.
Tabii kıt kaynaklar
ortamında bu başarının karanlık yüzünde tahsildarın Oregon’a ayak basan soylu
Brötön ineğinin sütüne ortak olmak da var. Yavaş temposuna rağmen izleyeni
saran İlk İnek filminin kısa hikayesi buydu.
Daha detayı için filmi izlemek lazım. Mubi platformunun iyi
işlerinden biri olarak yayından kalkmadan yakalayın derim.
Film biraz da Çikolata filmi gibi tatsız renksiz kasabaya
renk katan tad teması ile öne çıkıyor. Diğer taraftan hızla gelişen bir
ekonomide değerli ve az olan her şeyin nasıl para olarak tedavül ettiğini
göstererek ticarete ve iktisada giriş dersi veriyor. Bakırlar, gümüşler,
senetlerle yaratılan artı değerin nasıl parasallaştığını gösteriyor.
Kızılderililer bu çatışmanın dışında ama onlar da doğayı
tüketerek çoğalan bu medeniyete ayak uydurmuş durumdalar. Değişime girebilecek
her şey onları iş yapmak için motive ediyor. Erken kapitalizmin ayak seslerini
bu minimalist yapımda sonuna kadar duymak mümkün.
Tabii ki acıklı son günümüzün “hukuk” düzeni içinde biraz
“brutal” kalıyor. Ama günümüzde de bir başkasının hakkını gasp edenlere
rastlamıyor muyuz sanki? Yemek yapmanın ama bunu keyif ve zevk almak/vermek
için yapmanın iktisadi değerini , değişim gücünü bugün neredeyse her an
görüyoruz. Yemek sadece yaşamak için bir araç değil, bazen yaşamın bir
görüntüsü parçası oluyor. Diğer taraftan bunu ticari başarıya dönüştürmek
meşhur pazarlamanın 4 P’sinin içini doldurmakla mümkün. Price-Fiyat
Product-Ürün Place-Kanal Promotion-Tanıtım.
İster 1820’lerin Oregon’u ister günümüzün E-Ticaret dünyası
olsun pek de bir şey değişmiyor Batı Cephesinde. Bugün dünyaya yön veren pek
çok girişimin ardında da Çinli akıllılar yok mu?
Bizim de Çinlimiz girişimciliğin kitabını yazıveriyor. Tabi
filmin açılışında William Blake ait söz de bütün bu resmi bütünleyen bir ana
fikri tekrarlıyor : “Kuşun evi yuvası, Örümceğin evi ağıysa insanın evi de
dostluktur” İyi bir dostla aşılmayacak engel, başarılmayacak çok az hedef
vardır. Aşçımız ve Çinlimizin dostluğu bunun kapitalizmin ilk ayak sesleri
duyulurken de geçerli olduğunu gösteriyor.
Yetenek, özgüven, iş
fikri , akıl bizi başarıya götürür ama içimizde enerji ve uyumla birlikte
olacağımız güven duyacağımız bir de ortağımız olmalı. İyi bir dost ile en
azından iyi hatırlanan bir hikayeniz olur.
Yorumlar
Yorum Gönder