Hepimiz Aynı Dövüş Kulübündeyiz
2000’lerin şafağında , milenyumdan tam 1 yıl önce dünyayı sarsan Fight Club/Dövüş Kulübünün unutulmaz repliklerinden biridir;
“Bana vurabildiğin kadar sert vur”
Tüketim toplumunun henüz internet olanakları bu denli artmamışken resmini çeken filminin yine bir diğer unutulmaz karesinde
“Sahip olduğun şeyler sonunda sana sahip olur” diyerek, endüstri devriminden bu yana baş döndürerek dönüşen dünyayı tanımlar film.
Edward Norton ve Bradd Pitt’in unutulmaz performansı ile zihinlere yazılan Dövüş Kulübü bütün anlattıklarının ötesinde hayatın önemsizliğine dair alegorisini de şu cümleyle zihinlere kazır :
“Özel değilsin, güzel falan da değilsin, dünyadaki biricik kar tanesi de değilsin, bütün diğerleri gibi çürüyen, yok olmaya programlı organik maddenin tekisin”
Dünya Kafes Dövüş Şampiyonu Murat Kazgan’la tesadüfi bir sebeple tanıştığımda aklıma gelen bu kült film oldu doğal olarak.
Çıplak elle, korumasız ve kuralsız biçimde iki insanın başka insanların önünde kavga ettiği bu spora benzeyen etkinliğe dair hiç kafa yormamıştım bu zamana kadar.
İstanbul trafiğinde bana korna çalana İsmet İnönü’nün yaptığı gibi “sağır” rolü oynayarak muamele ettiğim için dövüşü meslek edinen bir insan benim için uzaylıdan farksızdı aslında.
Hele ki kuralları olmayan ve karşıdakini teorik olarak öldürebilecek bir kapışmanın tarafı olduğu bir kavga benim için akıl ötesi bir faaliyetti.
Yine de etten kemikten bir Allah kulu olarak karşınızda böylesi bir kişiyi görünce kafanız karışmıyor değil. Hele ki bir aile babası bir eş olarak da tasavvur ettiğinizde bu karmaşa daha da derinleşiyor.
İnsanlık tarihinin bir birine şiddet göstermeyi ne zaman öğrendiği bir muamma aslında. Acıkan bir taş devri insanı muhtemelen karşısındakinin elindeki yiyeceği almak için ona kötü davranmanın bir çözüm olduğunu keşfetmiş olmalı.
Bunun sonrasında çorap söküğü gibi olaylar gelişmiş. Bir araştırmada dünyada tarih boyunca en kanlı 12 savaşta ölenlerin sayısı 5 milyondan 70 milyona kadar değişiyor.
Tabii savaş teknikleri geliştikçe ölü sayısı artması da doğal.
Yine de savaşları bir kenara bırakırsak kafes dövüşü bir tür Gladyatör Kapışması aslında.
Onu da Ben-Hur’un hikayesinden anımsarız.
Köle gladyatör Ben -Hur’un Roma baskısına karşı mücadelesi de bizlere başkalarının zevki için birbirlerinin öldüren talihsiz insanları göstermişti.
Karşımdaki Kafes Dövüşçüsü Şampiyon’da Kirk Douglas’ın hayat verdiği bir gladyatörden ziyade, oldukça sportif bir Z/Y karışımı bir bireyi buldum aslında.
Senede azami 3/5 dövüş oluyormuş. Sıkletle ilgili verdiği bilgi de ilginç. Maçtan 1 gün önce tartıya giriyorsunuz. Bunun için kilo veriyor, sonra maça kadar tekrar kilonuzu artırmanız gerekiyor. Yani 2 gün içinde 10 kilo verip tekrar almak gerekiyor.
Koruma olmadan dövüşmenin sebebi de işin eğlencesini artırmak. Koruma olduğunda amatör, korumasız olduğunuzda profesyonelsiniz.
Tam burada aydınlandım işte.
Bırakın korumasız biçimde herkesin birbirini alt etmek istediği rekabetçi kapitalizmi, bizatihi hiç de böyle kavga dövüş içermeyen sporlarda da aslında birbirinin canına okumaya odaklı korumasız bir kavga yok mu?
Kapitalizmin gölgesinde oturamayacağı ağacı kesmesi kavramı aslında işin profesyonellik boyutunda kuralların pek de kimsenin umursamadığı birer ayrıntıya dönüştüğünü göstermiyor mu?
Profesyonel futbolun bir yüzünde Ronaldo’yu Messi’yi görsek de diğer tarafında bu büyük yarışın geri planında kalan milyonlarca yıldız olma hayalinde insan yok mu?
Başarının piramidin tepesini sonsuza yakınsayan bir biçimde ödüllendirdiği sistemde piramidin azıcık altına indiğinizde bir başkası onu fiziksel olarak dövdüğü için değil ama başarısız olduğu için hayatta kalma mücadesinden ötesine gücü yetmeyen milyonlar yok mu?
Kafes dövüşü izlemeye insanın yüreği yetmeyebilir. Bir insanın diğerini kıyasıya ve fütursuzca dövmesi bunun için birilerinin para vermesi tiksindirici gelebilir.
Oysa belki de son 25 yılda ortaya çıkan bu gerçeklik ötesi sporumsu faaliyet işini en dürüst yapan modernite etkinliği.
Birbirine sahte yüzlerle şirinlik yapan, arka planda kuyusunu kazan modern yaşam bireylerinin içinde bulundukları ortamın kafes , yaptıkları işin dövüş olmadığını sadece diğerinin kafasını gözünü elleriyle kırmadığı için iddia edebiliriz.
Oysa bir kafes dövüşçüsünün 5 dakikalık 5 raundda senede 3 defa yaptığı bu işi hayatının parçası haline getirmiş, hergün bunun için uyanan milyonlar var.
Belki hepimiz dişimizin kestiği herkesi ruhsal olarak, ama sonuçta maddiyata tahvil olan mücadelede bir kafes dövüşçüsünden çok daha fazla yıpratıyoruz.
Kapitalist dünyanın birer parçasıyız.
İklime çevreye ve dünyanın flora ve faunasına yaptıklarımız aşikar.
Yine Dövüş Kulübünden söylendiği üzere “Reklamlar bize Arabalar ve Elbiselerle sahip oluyor. İhtiyacımız olmayan şeylerin peşinde nefret ettiğimiz işlerle ömrümüzü tüketiyoruz”
Kafesin dışından bakmak ve dövüşmeden bir yaşam kurmak belki de kafes dövüşünün bize öğreteceği en büyük ders olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder